XXVI.

85 7 15
                                    



Giydiği elbiseyle daha bir iri kıyım gözüken Rıza Paşa'nın bir el işaretiyle kamelyanın tam ortasına kurulan yer sofrasının bir ucuna geçip oturdum. Acıkmış olacağım ki misafirlerden önce göz gezdirdiğim sofrada, adeta yok yoktu. Lop lop dizilmiş yumurtalar, farklı şekillerde kesilmiş börekler, yabani yemişleri andıran çeşit çeşit zeytinler, kızartmalar, baklavaya benzer tatlılar, büyükçe bardaklara konan çeşit çeşit şerbetler, hala buğusu tüten ve katıştırılmış kakaolara rağmen güçlü kokularıyla tüm sofraya egemen gibi gözüken sütler... Sofrada Paşa dışında birkaç kişi daha vardı. Ancak sanki varlığımdan haberdar değillermiş gibi bir 'Merhaba' bile demeden konuşmaya devam ediyorlardı.

"... Gerçekten çok cesur bir sultanımız var. O patlama sırasında neredeyse sükûnetini koruyan bir tek oydu..." Hangi patlamadan bahsediyorlardı acaba? Çatalı ile iki zeytini birden alıp ağzına götüren Rıza Paşa, gülümseyerek bana baktı ve sanki içimden geçeni okumuşçasına başladı anlatmaya:

"Bak delikanlı; Ermenilerle uzun yıllar birlikte yaşadık. Sadece onlarla da değil. Neredeyse 70 farklı millet ile huzur içinde yaşadık. Ama devletin zayıflamasına bağlı olarak birçok şey bozulduğu gibi huzur ortamı da bozulmaya başladı. Özellikle Avrupalı büyük devletler bizi birbirimize kırdırmak için yoğun gayret sarf ettiler. Bu yıkıcı politikanın sonucu olarak kardeşçe yaşadığımız Ermeniler, başta doğu bölgelerimiz olmak üzere ülkenin birçok yerinde isyan etmeye başladılar. Yıllarca süren bu isyan hareketlerinde çok kan aktı. Olaylar duruldu diye beklerken bu kez işi Sultanımıza suikaste kadar götürdüler. Sultanımız Cuma namazını eda etmek için camide iken harekete geçtiler. Planlarına göre, Sultan arabaya bindiği anda bombaları patlatacaklardı. Ancak Sultanımız henüz arabasına binmemişken bombalar patlayınca şükür ki hünkârımız yara almadan kurtulmuş oldu. Bombanın patlarken çıkardığı ses, adeta İsrafil'in sura üflemesi gibi bir ses çıkardı ve tam bir kıyamet yaşandı. Öyle bir andı ki yakın korumalar bile canlarının derdine düşerek kaçışıyorlardı. O hengâmede denebilir ki metanetini koruyan bir tek Sultan hazretleriydi. Hiçbir şey olmamış gibi arabasına yürüdü ve vakarlı duruşunu hiç bozmadan sarayına geçti."

"Anladım." diyerek kafamı salladım. Eğer anlatılanlar doğru ise oldukça cesur olmalıydı Sultan. Kendi canını önemsemediğine göre, böyle bir adamı alt etmek kolay olmasa gerekti. Bir kez daha içimden geçenleri okumuşçasına devam etti Rıza Paşa:

"Evet, çok cesur bir lider ve kimseye eyvallah etmez. Tabi onu tahttan indirmek için hem içeride hem de dışarıda yoğun bir gayret var. İnşallah bizler buna fırsat vermeyeceğiz." Anladığım kadarıyla Paşa 'bizler' derken sofradaki zevatı kast etmişti ve bu yüzden 'Sizler kimsiniz?' diye bir sual sormak istedim ama çabucak vazgeçtim. Çünkü sofra başında olanların gerçek kişiler mi yoksa rüyama veya her ne ise ona misafir olan ruhlar mı olduklarını dahi bilmiyorken bu merakımın peşine düşmenin bir anlamı olmasa gerekti. Belki de tüm bunlar aklımın birer oyunuydu. Rıza Paşa lafını bitirip yeniden tabağına yönelince elbiselerinden üst rütbeli bir subay olduğunu tahmin ettiğim kişi başladı konuşmaya:

"Sultanımız dış devletlerin, bazı üst düzey memurlarımızı çeşitli yollarla elde ettiğini ya da elde edebileceğini düşündüğünden hiçbir zaman Babıâli'ye güvenmedi. Bu yüzden gücü Yıldız Sarayı'nda toplayıp Babıâli'yi devre dışı bırakması çok iyi oldu." 'Babıâli' de neydi acaba? Hükümet miydi yoksa? Eğer hükümet ise hükümetin devre dışı bırakılması iyi bir şey değildi ki...

"...Yine bir hafiye teşkilatı kurarak her şeyden haberdar olmaya başladı. Tabi, bu ve benzeri teşkilatların bazen amaçları dışına çıktıkları maalesef bir vakıadır. Ancak netice itibariyle hepsi de devletin bekası içindi. Ve yine Hünkârımızın idaresi zaman zaman sert de olmuştur ancak çökmekte olan bir devlet, başka nasıl idare edilecekti ki? O savaşlardan da hep kaçındı ve bu yaptığı korkaklık değil tam tersine boğulmak üzere olan bir devlete nefes aldırmaktı. Tabi devletin nefes alabilmesi için en evvel borçlarından kurtulabilmesi icap ediyordu. Yakinen tanıyanlar bilir ki Sultanımız, hem bu borçları ödemeye çalıştı hem de halktan biri gibi yaşayıp her türlü israftan uzak durdu..." Subay anlatırken nedense bana bakıyordu ve bu yüzden iki de bir başımı sallayarak dinlediğimi göstermeye çalışıyordum.

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now