"Aslında sadece sen değil birkaç kişi daha bizi karı koca zannetmişti ve o zaman da çok gülmüştüm. İşin aslı şu ki; rahmetli babam ve Selim bir nedenden dolayı atıldıkları nezarette tanışmış ve dost olmuşlardı. Bu dostluk, Selim'in birkaç belalısından babamı kurtarmasıyla daha da güçlenmiş ve bu dostluğu taçlandırmak adına birlikte iş yapmaya başlamışlardı. Babamın mal varlığı, Selim'in sarsılmaz cesaretiyle birleşince aile olarak hem de kısa bir süre içerisinde çok zengin olmuştuk.

Tam da her şey çok güzel gidiyor derken babam aniden rahatsızlandı. Nasıl bir dünyada yaşıyorsak hiç de sevinmeye gelmiyordu. Annemi küçük yaşta kaybettiğim gibi babam da asrımızın amansız hastalığı kansere yakalanmış, gözümüzün önünde eriyor ve övündüğümüz zenginliğimiz pul kadar kıymet ifade etmiyordu. Başta Abdulsamet Zortul ve Buse Şerifoğlu olmak üzere Türkiye'nin en ünlü doktorları çok uğraştılar fakat ne yaparlarsa yapsınlar tedaviye müspet cevap alamadılar. Son anlarında yanı başındaydık. Gözlerini kapamadan önce ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerime şefkatle baktı. Hemen gözlerimi sildim ve gülmeye çalıştım. Çünkü beyaza doğru evrilmeye başlayan çehresinde ölümün çaresizliğinden ziyade evladı için bir şey yapamamanın neden olduğu bir çaresizlik vardı ve bu çaresizlik, ölümü bir taraftan hiçe indirirken öbür taraftan daha katlanılmaz bir hale getiriyordu ve buna ağlamalarımla ben sebep olduğum için bugün bile kendimi affedemiyorum. Tekrar gözyaşlarına boğulmuştum ki bu kez en azından gözlerimi görmesin diye ellerine kapandım ve bir türlü dizginleyemediğim yürek fokurtularımı topluca salıverdim. İçinde bulunduğumuz oda ve belki de bütün bir hastane çığlıklarımla yankılanırken güçlükle ellerimi tuttu ve hastalığı süresince bir an bile yanından ayrılmayan Selim'e dönerek

"Bu kız, önce Allah'a sonra da sana emanettir. Eğer kılına zarar gelirse öbür tarafta ellerim yakanda olacaktır!" Diyerek son nefesini verdi.

Babamın yokluğu ruhumda öyle onulmaz yaralar açmış ve ben yaşadığım bu zor sınavımla öyle zayıflamıştım ki yakınımdakiler sağlığım için endişe etmeye başlamış hatta benim de babam gibi kansere yakalandığımı düşünür olmuşlardı. Bir türlü kendimi toplayamamamı biraz da hatıralarla dolu evimize bağlayan Selim, evi sattırıp parasını adıma açılan bir banka hesabına yatırdıktan sonra beni yanına aldı. Artık aynı evdeydik ve ne yediğinden ne de giydiğinden ayırıyordu beni. İlk zamanlar 'Abi' diyor ve sert görünüşünden dolayı ondan çok çekiniyordum. Gerçi bana bir kez olsun kızmamış, sesini dahi yükseltmemişti ama yine de çekiniyordum. Galiba lise üçüncü sınıftaydım. Israrla bana takılan bir çocuk vardı. Ben de onu beğeniyordum ama Selim kızar diye uzak durmasını istiyordum. Fakat dinlemiyor, telefonumuzu vakitli vakitsiz arıyor, yetmezmiş gibi okul çıkışları eve kadar takip ediyordu. Bir zaman sonra Selim bunu fark etti ve çocuğu hastanelik edinceye kadar dövdü. Allah'tan Haluk Baba yanındaydı da araya girdi. Yoksa onu öldürecek kadar kendini kaybetmişti. Çocuk hastanedeyken gelip beni karşısına aldı ve onu sevip sevmediğimi sordu. Ben susunca bunu sevdiğime yordu ve

"Benim aşka hürmetim vardır ancak böyle adap yoksunu işlere gelemem. İkiniz de birbirinizi seviyorsanız bu işlerin yolu yordamı bellidir. Eğer iyileşirse söyle ona askerliğini yapsın ve sonra ailesini alıp gelsin." Dedi. Öyle utanmıştım ki ağzımı açıp bir kelime bile edemedim. Ben susunca kalktı ve

"Bundan sonra her şeyini bana anlatacaksın, seninle ilgili bilmediğim tek bir şey olursa ve bunu bir başkasından öğrenirsem külahları değişiriz." diyerek çıkıp gitti. O günden sonra artık hiçbir şeyimi saklamadım ondan. Ne okulumu, ne notlarımı ne de aşklarımı. İlginç olan şuydu ki; anlattığım hiçbir şeye kızmadığı gibi kendisi de anlatır olmuştu. Neredeyse her akşam gelir, beni karşısına alır ve başlardı anlatmaya. İşte ben o muhabbetlerimizde seni tanır oldum. Çünkü anlattığı şey sadece sendin. Alakasız bir şey bile anlatsa ne yapar ne eder lafı getirip sana bağlardı. Artık çekinmiyordum ondan. Abi demeyi de bırakmış, sadece Selim diyordum. O da bana bazen Elif bazen hayatım bazen de keçi diyordu."

Kabadayı 1908 (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now