Bölüm 20 / İntihar

3.9K 202 189
                                    

"Niye bu kadar çok öksürüyorsun sen?" Oturduğum yerde öksürerek Araf'a baktım ve omzumu kaldırdım.

"Bilmem. Hava sıcak olsa da dün hastalanmış olabilirim." Ayağım denizin serin suyunun içinde çok beklemişti. Aslında bu yüzden öksürdüğümü düşünmüyordum ama aklıma başka bir sebep gelmiyordu.

"İş açacaksın başıma." Gözlerimi devirerek başımı uçak koltuğuna yasladım. Yorulmuştum.

"Ne oldu?"

"Yoruldum."

"Hiçbir şey yapmadan?"

"Olamaz mı?" Nefesini verdi.

"Garipsin." Sözü üzerinde ona bakmadan gözlerimi devirdim tekrardan.

"Bir şey sorsam cevaplar mısın?" Kafamı yasladığım yerden kaldırıp düzgün bir şekilde oturdum.

"Soruna bağlı."

"Neden şehir dışına çıktık? Yani ben hiçbir şey yapmadım."

"Senin yapacağın bir şey yoktu da ondan. Söyledim ya. Seni, sana güvenmediğim için peşimden sürükledim." Nefesimi vererek bakışlarımı uçağın küçük penceresinin dışında bulunan mavi ve beyaz renge çevirdim.

Bulutlar...Bu dünya için fazla masumdular sanki. Güneş kırınca kalplerini, ağlarlar çekinmeden. Akıtırlar içindeki acıları. Sanki küçük bir kız çocuğu gibi... Gökyüzü sinirlendirince onları, dayanamazlar. Yıldırımla atarlar içindeki öfkeyi. Sanki sinirlenince etrafı dağıtan bir insan gibi... Bir çok çocuğun hayallerini süslerler mesela, masal perilerine ev sahipliği yaparlar bazen. Sevecen bir insan gibi... Yada ağlayan birisine yardım ederler, yanındayım, seninleyim der gibi beraber ağlayarak. En yakın dost gibi... Bazen de gizlerler insanların gözyaşlarını, çaresizliklerini. Belli etmesine izin vermez ağladığını. Ağlama, sen güçlüsün der gibi... Kendisi ağlamayı göze alır ve çimenlere hayat verir. Ben önemli değilim sen yaşa der gibi... Hangi insan yapar bulutların yaptıklarını? Kim düşünür kendinden başkasını? Öyle bir insan olduğunu düşünmüyorum. Elbet vardır, ama ne yazık ki bulutlar kadar düşünceli olacaklarına inanmıyorum...

Sessiz geçen yaklaşık kırk dakikanın sonunda uçak indi İstanbul'da bir yere. Nefesimi vererek kalktım koltuktan. İndim uçaktan ve Araf'ı takip etmeye başladım. O önümüze gelen bir aracın sürücü koltuğuna geçerken ben de yan tarafında bulunan yolcu koltuğuna oturdum. Yüzüm düşmüştü sebepsizce. İçime bir sıkıntı çöktü. Sanki... sanki kötü bir şey olacaktı. 'Hayırlısı' diyerek geçirdim içimden. Ne olacaksa hayırlısı olsun diye.

Araba evin çakıllı yolundan girince derin bir nefes çektim içime. Niye sıkışıyordu kalbim? Ne anlamda sıkışıyor onu da anlamıyordum. Fiziksel, gerçek anlamda mı, yoksa psikolojik mi? Kalbimle birlikte nefeslerim de sıklaşmıştı sanki. Belli etmedim Araf'a. 'Başıma iş açtın' demesini ve kimseye yük olmayı istemediğim için. Bir kaç kez daha olmuştu zaten. Geçerdi birazdan.

Kapıyı açıp ayaklarımı sarkıttım dışarı. Başım döner gibi oldu. Ama sonra sağladım dengemi. Hızla ilerledim eve doğru. Biraz daha dışarıda kalırsam kötü olacaktım çünkü.

Kapıdan içeri girer girmez merdivenlere yöneldim. Yukarı kata çıkarak kaldığım odaya ilerledim. İçeri girdikten sonra kapıyı arkamdan kapattım ve yatağı açmadan öylece sırt üstü uzandım. Kapattım gözlerimi. Ciğerlerimden bir kaç öksürük daha yükselirken derin bir nefes çekmeye çalıştım içime. Olmadı... Sanki takılı kalmıştı boğazımda. Kaşlarımı çattım. Kalbimdeki ağırlığa çattım kaşlarımı... Ve aslında hiçbir şey yapmadığım halde yorulan bedenim kaşlarımın çatılmasını artırırken kapalı olan gözlerimden yararlanan zihnim uykunun kollarına çekti beni...

× × ×

"Ya hayır aç değilim!" Kaşlarımı çatarak beni yemek yedirmeye zorlayan adama baktım.

"Aman be! Ne halin varsa gör." Araf sonunda pes ederek sandalyesine çöktü. Ben de rahatlayarak nefesimi verdim ve ona son kez bakarak elimdeki roman kitabı ile mutfak kapısından bahçeye çıktım.

Bu evdeki en sevdiğim yere, havuz kenarındaki koltuklara bıraktım kendimi. Hava tam karanlık değildi. Romanın sayfasını açtım. Okuyabiliyordum yazıları. Uzun zamandır kitap okumaya vaktim olmamıştı. Aslında kitap okumak için belirli bir vakti beklememe gerek olmazdı. O vakti kendim oluşturmaya çalışır, gelir gider kitap okurdum. Ama bu sıralar alamamıştım, zihnimi canlandıran yazılarla dolu bir kitabı elime. Ders kitapları vardı elimde çoğunlukla. Ama şimdi istememiştim onları. Kalbimdeki garip ağırlığın geçmesi için zihnimi uyuşturmaya ihtiyacım vardı. Kitaplardaki yazılanları yaşayarak zihnimi uyuşturmaya... Evet, garipti. Normalde insanlar zihinlerini uyuşturmak için başka yolları tercih ederlerdi değil mi? O şekilde tüm dertlerini unutacaklarını sanarlardı. Bilmiyorum başarıyorlar mıydı? Babamdan gördüğüm kadarıyla iyi hissettiriyordu içtikleri şey. Eğer öyle ise... babama bir şey diyemiyordum aslında. Haklıydı. Her ne kadar gece gündüz içtiği şeyi sevmesem de... içmekte haklıydı belki de.

Oflayarak paragrafın ilk satırlarını okumaya başladım. Fazla uzun sürmemişti kendimi kitaba kaptırmam. Öyle ki baş kahramanın dediklerini ağzımı oynatarak söylemeye başlamıştım bile. Gariptim... kitabı yaşadığımı hissederdim işte.

Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama artık kitapta yazılanları göremez hâle gelmiştim. Hava epey bir kararmıştı. Kitabın sayfasının kenarını büktüm kaldığım yeri kaybetmemek için. Yanıma bıraktım. Gözlerimi kapattım ve başımı geriye yasladım. Üşür gibi oldum birden. Boğazıma bir yumru oturdu. Annem geldi aklıma... Ama direk kovdum o düşünceyi. Şu anda bir şey düşünmek istemiyordum. Özellikle gereksiz insanları...

Al işte. Dolmuştu gözlerim... Küfrettim içimden kendime. Her şeyi bu kadar kafama takıyorum diye... Ama elimde değildi. Ne kadar nefret etsem de bu huyumdan elimde değildi işte.

Yanıma birinin oturduğunu hissettim. Aralamadım gözlerimi. Kimin olduğunu biliyordum ve dolan gözlerimi görmesini istemiyordum.

Yanımdan yalandan bir öksürük sesi geldi. 'Bana bak' demek istermiş gibi çıkmıştı bu ses. Açtım gözlerimi. Bir kaç kez kırptım göz kapaklarımı. Buğulanan gözlerimi fark etmesin diye...

"Babanın bir sıkıntısı var mıydı?" Kaşlarımı çattım. Kalbimdeki ağırlık bir kat daha artmıştı sanki babamdan bahsedilince. Nefesim bir kat daha sıklaşmıştı...

"Anlamadım?" Nefesini verdi. Sanki söyleyeceği şeyi söyleyemiyormuş gibi.

"Kolay bir soruydu bu." Bakışlarımı havuza çevirdim. Bu şekilde cevap verdim ona.

"Neden sordun şimdi bunu?"

"Babanı her ne yaparsa yapsın seviyor musun?" Derin derin nefesler almaya başladım.

"Araf ne oldu? Nereden çıktı bu sorular?" Sesim hafif yükselmişti. Korkmaya başlamıştım.

"Baban..." Ağzından çıkacak şey canımı yakacakmış gibi hissediyordum.

"Ne babam? Ne oldu babama?" Sesim titremeye başlamıştı. Bedenimi tamamen ona çevirdim.

"Ya söylesene!" Kolunu tutup salladım iki elimle. Tekrar konuşmaya başladı.

"Baban... İntihar etmiş."

× × ×

💐Ya bulutlu paragrafı nasıl yazmışım 😅
💐 Nefes'in babası neden intihar etmiş olabilir?

Seviliyorsunuz 💜

KALPSİZWhere stories live. Discover now