Bölüm 67 / 'Denizci' 🥀

1.5K 92 48
                                    

Yükselen sesler, ağlayan insanlar, çırpınmaya çalışan bir gelecek... O gelecek çırpındıkça, avuçlarımın içindeki geçmişin kalıntıları cam olup, kesiyordu ellerimi. Avuç içlerime parmaklarımı batırdım. Uzamaya başlayan tırnaklarım teker teker yara yaptı tenimi, umursamadım. Avuç içlerime yer alan geçmişi yaralamak ister gibi biraz daha yaktım canımı.

Bir su birikintisi. Büyük ihtimalle bir deniz. Derinlerden yüzeye çıkmaya başlayan her bir ölü balıkla beraber etrafı, havanın soğuk olmasına rağmen anında kaplayan o leş kokusu... Ölen her bir balık, geçmişin gerçekleri, geleceğin umuduydu. Her bir damla göz yaşı ile beraber artan o leş kokusu, pişmanlıkların hissedilebilir tonuydu.

Bir denizci... Elinde bir file. Üzerinde durduğu sandaldan elindeki fileyi denize her seferinde fırlatarak yakalamaya çalıştığı çürümüş balıklar belki de onları ortadan kaldırmak istemesindendi. Her yakaladığı balık leşlerini yakacak, belki de gömecekti. Onları canlandıramazdı. Yeniden nefes almalarını sağlayamazdı. Sadece yok edebilirdi. Ölen her bir balığın izini ortadan kaldırabilirdi.

Ölen umutlar canlanmazdı. Gerçek olarak düşündüğün geçmiş, aslı öğrenildiği zaman eski masumiyetini geri kazanamazdı. Bir geçmiş ölmüştü. Etrafı saran o leş kokusu, umut edilen her bir konu için pişmanlıktı. Gülümsenerek hatırlanan her bir anı için pişmanlık.

Denizci, fileyi kullanmasını beceremiyordu. Tek seferde, yüzlerce leşi ortadan kaldırmaya çalışıyordu ancak, yapamıyordu. Denizci bendim. O leşler ise zihnimdeki aydınlık tarafa indirilen darbelerdi. Hepsini aynı anda unutmaya çalıştım. Yapamadım. Etrafı saran o pişmanlık kokusundan tek seferde arınmaya çalıştım, beceremedim.

Elimden kayıp giden anılarımla beraber yere düşen kağıda takılı kalmıştı gözlerim. Titreyen ellerim, bir kağıdı bile taşıyamamıştı, ağır gelmişti. Tıpkı ruhuma ağır gelen, o kağıtta yazan her bir harf, her bir kelime gibi.

Deniz dalgalandı, ölen balıklar çoğaldı. Etrafta artık öldürecek dereceye gelen o kokudan kaçma isteği, zihnimi ele geçirirken yapmadım. Denizci, fileyi bıraktı. İçinde durduğu sandalda ayağa kalktı. Derin bir nefes aldı. Almaya çalıştı. Burun kemiklerini kırarak ciğerlerine dolan koku, pişmanlığın kokusuydu. Bedenini yavaş yavaş çürüten o koku, pişmanlıktı. Bedenini ele geçirmişti ve şimdi de, onu ölüme sürüklüyordu.

Denizci benim zihnimdi. Zihnimi ele geçiren pişmanlık, beni ölüme sürüklüyordu.

Kesilmeye başlayan nefesim, başımı döndürüyordu. Ayağa kalktım. Sarsak birkaç adım attım. Kolumda oluşan sızı, ilerlememi engelledi. Koluma baktım. Biraz önce kağıdı tutamayan ellerimle serumu çıkartmaya çalıştım. Etrafında sarılı olan bantlar canımı yaktı, umursamadım.

Denizde yaşam sona erdi. Balıklardan görünmeyen mavi denizin artık, kırmızı olduğuna emindi denizci. Gülümsedi. Artık köklerden kopmaya başlayan yosunlar da tırmanmaya başlamıştı yüzeye. Balıkların altında kaldılar. Güneşi görememişlerdi. Denizci, yavaşça kapanan gözleriyle beraber biraz daha gülümsedi. Duyguları, kayboluyordu.

Denizci benim duygularımdı. Ve ölüyordu. Duygularım, hislerimle berber yok oluyordu.

Açtığım kapıdan yavaşça çıkarken, ayağımdaki bağcıklarını bağlayamadığım ayakkabıma takıldı gözlerim. Birine basarsam, düşerdim. Umursamadım. Karşımdaki hastahane sandalyelerinde oturan babam yüzümü görünce ayaklandı, bana doğru yürümeye başladı.

"Nefes?" Ciğerlerim bağırıyordu. Ağzımdan çıkan hafif harıltılı sesler, ciğerlerime gitmeyen nefeslerden dolayı olmalıydı.

"Kızım, nereye?" Yürümeye başladım. Bağcıklarıma basarım diye korkmadan, yavaşca yürüyordum. Kolumu birisi tuttu. Durdum. Başım, dik durmuyordu. Sallanıyordu.

KALPSİZWhere stories live. Discover now