Bölüm 68/ Parmaklıklar

1.5K 96 80
                                    

Bir yaprak, yere düşerken ses çıkartabilir miydi? Sonbaharda, yere olan özlemlerini gidermek için belki de intihar eden o sararmış yapraklar, bir şeyler anlatabilir miydi insana?

Göz kapaklarıma çizilmiş olan o sararmış yapraklar, ilkbaharda ürpermeme neden oluyordu. Kulaklarımda yankılanan yaprakların sesi, yüzümde tebessüm oluşturmuştu. Hafif bir hışırtılı ses yankılanıyordu sanki kulaklarımda. Ya da zihnimde. O sesler sanki bir şeyler anlatmak istiyor gibiydiydi. Yeryüzüne olan özlemlerini gidermek için yaşamlarına son verdiklerinden, pişman olmadıklarını söylüyorlardı belki de.

Yan tarafımdan gelen nefes alış veriş sesleri rahatsız ediyordu beni. Yalnız değildim. Yalnız kalmak istiyordum. Yanımda oturan tanımadığım kadın, karşıdaki demirlerin arasından duvarı izliyor gibiydi. Duvara bakarak bir şeyler düşünüyor gibi... Merak ettim. Başka insanların dertlerini merak ettim. Başka insanların dertlerini dinleyerek, kendi derdimden biraz olsun uzaklaşmak istedim.

Dışarıya derin bir nefes verirken tekrar kapattım gözlerimi. Üşüyordum. Bedenim değildi ama üşüyen, ruhum üşüyordu. O denizin ortasında ölen ruhum, soğumuştu. Ancak o pişmanlık kokusunu hâlâ hissedebiliyordum.

Pişmandım. Bir şeyler için fazlasıyla pişmandım. Ancak anlayamıyordum tam olarak neye pişman olduğumu. Ağabeyime verdiğim sevgim için miydi bu pişmanlığım, yoksa sorgusuz sualsiz bir şeylere direk inandığım için mi?

Buraya nasıl yazılır inan bilmiyorum Nefes. Ama gerçekleri yüzüne söyleyemezdim. Ve eğer ben söylemez isem Araf'ın sana söylemeyeceğinden eminim.

Göz kapaklarımda çizilmiş sonbahar görüntüsü silindi. Kapalı gözlerim, Azra'yı görmeye başladığında okuduğum mektupta yazanlar bir bir geçiyordu aklımdan.

Ölecek. Araf ölecek ancak onu bir tek senin ayağa kaldırabileceğine inanıyorum.

Mavi gözlerindeki parıltı sönmüştü. Bedeni sağlıksız olduğunu belli edercesine çökmüştü. Ölmüştü Araf. Azra ile beraber ölmüştü.

Ellerim sızlıyordu. Karakola girmeden önce bir kadının bana verdiği peçeteyi hâlâ tutuyordum. Kesilen avuç içlerime topraklar yapışmıştı. Kuruyan kanım, toprağı bırakmak istemiyor gibiydi.

Gözlerimin önünde bu sefer Araf canlandı. Bu karakolda bana, bir daha sakın gelme diye bağırışı yankılandı kulaklarımda. Gülümsedim. Gelmiştim. Ve uzun bir zaman çıkamayacağımı hissediyordum.

Ben, öldürüldüm Nefes. Belki yaşıyor gibi görünüyor olabilirim ancak ruhumun bir katili var benim.

Ruhumun katili... Ben de öldürülmüştüm. Araf ruhumu öldürmüştü. Araf öldürmüştü. Araf öldürmüş olmalıydı.

Ölü bir kadın olarak Araf'a layık değilim ben. Araf, ruhu ölmüş bir kadına layık değil.

Silinmiyordu. Gözlerimin önünden onun görüntüsü gitmiyordu. Yok etmek için de uğraşmıyordum zaten. Ama gözlerini parlarken görmek istiyordum. Zihnimde, gözlerini canlandırmak istiyordum.

Ellerimi farkında olmadan kollarıma sürttüğüm zaman ağzımdan acılı bir inleme sesi çıktı. Avuç içlerimdeki kurumuş kanlar, üzerimdeki ince, uzun kollu kapşonlunun kollarını leke yapmıştı. Ve ellerim yeniden kanamaya başlamışlardı.

Bunu yapmam sana göre ne kadar doğru bilmiyorum ama Araf'ı önce Allah'a, sonra sana emanet ediyorum Nefes.

Güldüm. Hani Araf ruhu ölmüş bir kadına layık değildi? Bunu yazması saçmaydı. Araf'ı ruhu ölmüş bir kadına emanet edemezdi. Ruhu ölmüş birisi emanetine sahip çıkamazdı.

KALPSİZWhere stories live. Discover now