8. BÖLÜM ♧ FEDAKARLIK

34.4K 1.1K 58
                                    

Playlist: Passenger - Heart's on Fire

Bölüm sonunda bir not olacak okumayı ihmal etmeyin, lütfen. 

Multimedya: Azra ve her bir karedeki mükemmelliği. ♥

Bölüm Duygu ( @d-e-m-e-t ) için. 

İyi okumalar!

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

“Bir insanın sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir.” - Georg Wilhelm Friedrich Hegel

Uzman Psikolojik Danışman Aslı Parlak

Kapının sağ tarafında yazan yazıyı okudum. Annem bana destek verirmişçesine kolumu sıktı. Bunu yapmak için hazır mıydım bilmiyorum. Hastaneden iki gün önce çıkmıştım. İki gündür ağzımı birkaç lokma yemek yemek dışında hiç açmamıştım. Herkes benimle konuşmaya çalışırken ben hep susmuştum.

Tam kapının önündeydim ve bundan sonra geri dönüşümün olmadığını biliyordum. Bu nedenle bir iki saniyeliğine gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Her şeyin düzeleceğini fısıldadım kendime. Yumduğum gözlerimi açtım ve yumruk yaptığım yılbaşı gecesi beton zemine vurmaktan mahvettiğim bandajlı sağ elimle kapıyı iki kez çaldım. İçeriden gelen “Girin!” sesini duymamın ardından kapıyı araladım ve arkamda yer alan anneme bakmadan açtığım kapıdan içeri girdim.

Odaya insanın içini ferahlatan yoğun bir lavanta kokusu hakimdi. Küçük ama şirin bu odada genellikle sade renkler kullanılmıştı. Oda çok fazla düzenliydi. Cam kenarındaki saksılarda çeşit çeşit çiçekler yer alıyordu. Karşılıklı duran iki gri deri koltuğun arasında büyük bir sehpa vardı. O sehpanın hemen önünde ise danışmanın masası ve koltuğu. Masasının üzeride tıpkı odası gibi tertipliydi. Danışmanım Aslı Parlak koyu kahverengi gözlerini önündeki dosyadan ayırıp burnunun üzerindeki gözlüğü geriye doğru ittirdiğinde ayağa kalktı. Bana doğru uzattığı eline birkaç saniye boyunca aval aval baktıktan sonra tutmak aklıma geldi ve elini tutup hafifçe sıktım.

“Hoş geldin Azra. Lütfen, otur.”

Eliyle işaret ettiği gri renkteki koltuklardan birine oturdum. Bunu yapışımın hemen ardından bunun bir hata olduğunu anlamıştım. Burada olmam bir hataydı. Burada olmayı istemiyordum bile. Anlık bir dürtüyle doktorumun bana önerdiği fikri kabul etmiştim. Ama şimdi düşündükçe ne karşımdaki bu kadının ne de başka herhangi birinin bana bir yardımının olabileceğini zannetmiyordum. Biliyordum ki ne yaparsam yapayım buna alışamayacaktım. Tıpkı bunu asla unutamayacağım gibi.

“Nasılsın?

Bana kahverengi gözlerindeki şefkat kırıntılarıyla bakan kadına baktım. Muhtemelen kırklarındaydı ama buna rağmen yüzü çok güzeldi. Tek bir kırışıklığın bile olmadığı bir yüzü vardı. Çıkık elmacık kemikleri ve dolgun dudaklarıyla her yaştaki erkeğin dikkatini çekebilecek bir kadındı.

Ona cevap vermek yerine odayı incelemeye devam ettim. Karşımdaki duvarın üzerinde asılı duran tablo dikkatimi çekmişti. Tablo da bir el vardı. Dikkatlice inceleyince bunun sıradan bir el olmadığını anlayabiliyordunuz. Resmedilmiş bu elin sahibi eğri büğrü parmaklara, kırış kırış deriye sahipti. Baktığınızda o ellerin bir şey üzerindeki emeğini hemen anlayabiliyordunuz.

Danışmanım Aslı Hanım baktığım tabloya doğru dönüp baktı. Bir süre benim gibi tabloyu inceledikten sonra tekrar bana döndü. “Hikâyesini biliyor musun?” diye sordu. Başımı hayır anlamında iki yana salladım. “Bu Albrecht’in Dua Eden Eller adlı bir karakalem çalışması. Resimdeki o el Albrecht’in kardeşine ait. Onun için büyük bir fedakârlık yapan kardeşine.”

Affet BeniWhere stories live. Discover now