26, bebeğin gibi sevip düşmanın gibi (m)

5.9K 524 358
                                    


o cok beklediginiz gercek smut bolumu geldi ve bu konu hakkinda konusmak istemiyorum smut sessizligi olursa irana gidicem 10 gun yokum.

iyi okumalarr!!!

☆☆☆

"bir saniye, bir saniye"

kahkaha atarak minho'nun omuzlarından ittirdim beni yere indirmesi için. kahkaham bulaşıcıymış gibi o da gülüyordu şimdi, gözleri kısılmıştı. ama bırakmadı beni yere.

"bırakır mısın yürüyebilirim buradan sonrasını?" şımarık bir şekilde konuştum. minho kaçla sürmüştü bilmiyorum, belki de ev kulübe çok yakındı ama çok da yakın değil gibiydi de, taş çatlasa yirmi dakika içerisinde eve gelmiştik. cıkladı minho, cebindeki anahtarlara ulaşmaya ama aynı zamanda beni düşürmemeye de çalışıyordu.

"gelini içeriye damat taşır bilmiyor musun sen bunu?" bir kez daha kahkaha atıp minho'nun koluna vurdum. "ben gelin miyim?" gözlerimi büyüttüm.

"ne fark eder?" omuz silkti. "bebeğim anahtarımı çıkarır mısın düşüreceğim seni diye korkuyorum"

"yani inatlaşmayıp yere indirseydin çoktan girmiştik eve" sağ cebine doğru uzandığımda cıkladı.

"diğer tarafta" kucağında iyice uzanıp sol cebine elimi attım.

anahtarı almaya çalışırken minho'yu da okşadığım için kıpkırmızı olmuştu.

tamam belki ben de biraz oyalanmış olabilirdim ama benim suçum değildi tamam mı?

içkime hap attığına emin olduğum seungmin'in suçuydu. gördüğüm yerde ağzına sıçacaktım.

"jisung" minho iniltisini serbest bıraktığında gözlerine alttan alta bakıp yaramaz bir çocuk gibi gülümsedim. yapabilseydi tam burada, şu an sikerdi beni şu an büyük ihtimalle.

"özür dilerim, aldım" nihayet ulaşabildiğim anahtarı çekip kapının kilidine taktım ve çevirdim. içeri girdiğimizde zıplamıştım minho'nun kucağından.

"çok sıkıştım" ayakkabılarımı çözüp tuvalete koştuğumda arkamdan güldü.

aslında çişim falan yoktu, sadece zaman kazanmaya çalışıyordum.

"tamam prensesim, bir şey yok" aynadaki yansımamı öperek konuştum. inanılmaz dağılmış görünüyordum. sarı saçlarımın dalgaları bozulmuştu, göz makyajım hariç makyaj diye bir şey kalmamıştı yüzümde. minho'nun dönüşte tekrar giydirdiği ceketimi çıkartıp cebindeki parlatıcıyı dudaklarıma boca ettim. sonra terlediğim için bacaklarıma yapışan pantolonumu da çıkarttım. gömleğim yeterince uzundu zaten. kalçamın biraz altında bitiyordu.

aynada son bir kez kendime bakıp oyalanmamaya karar vererek tuvaletten çıktım.

bir tek salonun ışığı yanıyordu. ayaklarımı oraya sürüdüm. minho koltuğa oturmuş kollarını göğsünde birleştirmiş düşünceli bir şekilde televizyonun siyah ekranına bakıyordu. genişçe araladığı baldırlarının üstü çok oturulasıydı. kapının pervazına yaslanmış onu izlerken ekrandaki yansımamı fark edip kaşlarını kaldırarak arkasına döndü. beni baştan aşağı süzdükten sonra dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve kucağını patpatladı.

benim canıma minnetti. gülümseyerek kucağına oturdum.

"çişim var diye gidip parlatıcı sürüp geri mi geldin?" bir eli boylu boyunca çıplak bacaklarımın üstünde dolaştığında yutkundum. beni ne kadar etkilediğini bildiğinden elini o kadar yavaş hareket ettiriyordu ki işkence gibiydi. dokunduğu her yer yanıyordu.

treat you better | minsung (✓)Where stories live. Discover now