40, piknik

2.7K 357 200
                                    

iyi okumalarr!!!

☆☆☆

"sana kendini yormamanı söylemedim mi ben?"

minho arkamdan gelip kollarını göbeğimin altında birleştirdiğinde kıkırdadım. kafasını omzuma yaslayıp kulağımın hemen altına beni gıdıklayacak türden bir öpücük kondurdu.

pikniğe gidiyorduk hep birlikte. aslında ilk başta baş başa yapmayı planladığımız piknik bir anda arkadaşlarımızın da dahil olduğu pikniğe evrilmişti ama ikimizin de şikayetçi olduğu söylenemezdi, zira hepsinin hayatlarımıza neşe kattığı açık ve netti. başlarda minho'ya sataşıp laf atmadan duramayan seungmin bile durulmuştu, belki changbin hyung yüzündendi bilmiyorum. başta pek de ciddiye aldığını düşünmediğim ilişkilerinin yavaştan ciddileşmeye başladığını hissediyordum. jeongin evlilik teklifini almış ve yüzüğünü parmağına takmıştı. hyunjin ve felix de yıllardır olduğu gibi sevgililiklerine devam ediyorlardı.

vücudunu bana yaslayan minho büyük dikkatle kavanozun dibinden sıyırdığım çilek reçelini tost ekmeğine sürüşümü izledi. şeklini beğenmediğim tost ekmeğini sinirlenip ıssırdığımdaysa gülmeye başladı.

"doyurma karnını, piknikte ne yiyeceksin sonra? diğerleri de bir sürü şey hazırlamıştır." hazırladığım sandviçlere yemeye devam ettiğim reçelli ekmeği çiğneyerek baktım. benim yapabildiğim en pratik şey sandviçti, elimden anca bu kadarı geliyordu.

minho gibi hamarat bir kocam varken yemek yapmaya gerek duymuyordum çünkü. sadece içimden gelmişti, katkım olsun istemiştim.

"seni bile yerim korkma" son lokmamı ağzına atan sevgilime kaşlarımı çatarak baktım. gülümseyişi büyüdü.

"çatma kaşlarını şöyle" işaret parmağını kaşlarımın arasına bastırdı. "çok tatlı görünüyorsun"

"ya" hemen yumuşayarak kollarının arasında döndüm ve kollarımı boynuna sardım. artık kocaman olan göbeğim yüzünden tam anlamıyla sarılamasak da sarıldık.

"neden ağlıyorsun?" minho sorana kadar ağladığımı bile fark etmedim. dudaklarını sarkıtıp baş parmaklarıyla ıslak yanaklarımı sildi. "sana sıkıca sarılabilmeyi özledim"

"az kaldı" yanaklarıma sulu iki öpücük bıraktı. "bebeğimizi kucağımıza alalım, istediğin kadar sarılırız sonra"

"tamam" burnumu çekerek gülümsediğimde burnumdan makas aldı. "hadi sandviçlerini sepetimize yerleştirip çıkalım. sonra geç geliyoruz diye on saat söyleniyorlar."

gülerek minho'yu onaylayıp hasır piknik sepetini getirdim. minho özenle folyoladığım yaklaşık on sandviçi sepete yerleştirdi. o da küçük peynirli poğaçalar yapmıştı ve o kadar güzel kokuyorlardı ki ağzım sulanıyordu.

ağustos sıcakları iyiden iyiye vurduğu ve karnım burnumda olduğu için en açık renkli, bol kıyafetlerimi seçmeye çalıştım. yine de sırtımdan ter akıyordu ve böyle dakika başı leş gibi terlerken pek de mutlu hissetmiyordum kendimi.

minho sırtımın terli olmasından yakınarak klimayı açmadığında başının etini yiyerek camlardan onun tarafında olanı açtırabilmiştim. ben de biliyordum hasta olabileceğimi ama zaten sıcaktı, terimin soğumasını beklersek çatlardık sıcaktan.

arabamın beyaz olması da hiçbir şeyi değiştirmiyordu. evet, mevsime göre araba kullanıyorduk ve benim arabam beyaz diye benimkini sürüyordu artık.

"bu taraf ters kalıyor, niye buradan döndün?" dedim homurdanarak. klimayı açmadığı için hâlâ trip atıyordum çünkü camdan içeriye bir tutam saçımı hareket ettirecek kadar bile rüzgar girmiyordu. minho'nun rüzgar yapmasın diye hız yapmadığına kalıbımı da basardım ayrıca.

treat you better | minsung (✓)Where stories live. Discover now