34, savunmasız küçük bir kedi ama daha çok kaplan (m)

4.3K 364 283
                                    


iyi okumalarr!!

☆☆☆

sarıldığım battaniyenin arasında, ilk başta sadece kumandaya uzanıp değiştirmeye üşendiğim için değiştiremesem de sonradan konusu ilgimi çeken dram filmini burnumu çeke çeke seyrediyordum. minho gülerek salona girip, kucağında bir paketi bitirdiğim için yenisini getirdiği selpak vardı, yanıma yaklaştı ve çıkarttığı selpakla sümüklerimi akıttığım burnumu sildi. üstelik hiç tiksinmeden yaptı bunu.

biz gerçekten olmuştuk ya.

"çok sulugözsün" dedi gülmeye devam ederek. yumruk yaptığım elimi omzuna geçirince sızlandı. kucağındaki selpak paketini kucağıma çekip gözlerimi devirdim.

"sadece bir kurgu. abartıyorsun."

"sadece bir kurgu değil işte" sesim çatlayarak bağırdım. kahkaha atarken poposunun üstüne düştü minho. "bak, gerçek hayattan uyarlanmıştır diyor."

"yiyeceğim seni ya of" yüzümü avuçlarının arasına alıp yanaklarımı öptü. dudak büzerek dudaklarımı öpmesini de bekledim ama anlamadı.

"öpsene" dedim huysuzlanarak. gülümseyişi büyüdü ve pembe dudaklarını ağlamaktan çatlamış dudaklarımın üstüne kapattı. ben de tekrar oyuncağına kavuşmuş bir çocukmuşum gibi sustum.

"ben de uzanayım mı yanına?" dedi gözlerini kırpıştırarak. arkaya doğru kayarak minho'ya yer açmaya çalıştım ve battaniyeyi onun da üstüne örttüm. koltuğa iyice yerleştiğinde kolumu beline sarmıştım.

"bu kız, kore savaşında anne babasını kaybediyor. sonra bu türk askeri buluyor onu, bir süre kendi kızıymış gibi koruyup kolluyor. ama sonra türkiye'ye dönmek zorunda kalıyor ve ayrılıyorlar." tekrar ağlamaya başladığımda içini çekti.

galiba gerçekten sulugözdüm ben.

"neden kızı da yanında götürmüyor?"

"götüremiyor işte, of ya. arkadaşları da öldü zaten." koltuğu yumruklamaya başladığımda halime gülmek ve ağlamak arasında gidip geliyordu.

"sonra?"

"sonrasını ben de bilmiyorum, izle işte" peçeteyle silmekten kenarları yara olan burnumu çekip kafamı minho'nun kafasının üstüne bıraktım. bir süre o da izledi filmi, sonunda etkilenmiş olmalıydı ki sesi çıkmıyordu. filmin sonuna gerçekle alakalı bir kesit koyduklarında beni tekrardan bir ağlama tuttu.

minho arkasını dönüp bana sarıldığında kafamı göğsüne sakladım. en güvenli sığınağım göğsüydü zaten.

"üzücüymüş gerçekten" mırıldanarak konuştuğunda boğuk sesimle cevap verdim. "söylemiştim"

içimi iyice boşaltınca ağlayışlarım sessiz hıçkırıklara dönüştü. kendiliğimden sustum sonra da. minho'nun kokusu beni mayıştırmıştı. ilişkimizin başlarında parfümüyle alakalı olduğunu düşünsem de parfümü ile alakalı değildi. çünkü parfümünü etrafa ne kadar boca edersem edeyim minho kadar güzel kokmuyordu.

ben ne ara bu adama bu kadar yanmıştım acaba?

duraksayıp düşünmeye başladım, daha önce minho'nun ağzından defalarca kez bana aşık olduğunu nasıl anladığını dinlerken ben ona nasıl ve ne ara aşık olmaya başladığımı hiç düşünmemiştim.

"daldın gittin" hafifçe kıkırdayıp burnumun üstüne dokundu minho, elini tutup yanağıma yasladım. sıcak avuç içi yanağımı esir aldı. "ne düşünüyorsun?"

"sana ne zaman aşık olduğumu düşünüyorum" gülümseyişi büyüdü, çok sevdiğim tavşan dişlerini göstererek güldü hatta. ilk başta saklamaya çalışsa da mutluluğu ağır bastı sanırım. gizleyemedi sevincini.

treat you better | minsung (✓)Where stories live. Discover now