42, bu niye bu kadar minnak

2.7K 323 366
                                    

iyi okumalarr!!

☆☆☆

derin bir nefes alıp son kez arkamda kalan eve baktım gözlerimden yaşlar yuvarlana yuvarlana. onca anıyı, onca yaşanmışlığı geride bırakıp gidiyordum.

gidiyorduk doğrusu. taşınıyorduk.

"bebeğim ağlama ama artık" minho son valizi de arabaya yerleştirip sürücü koltuğuna oturdu ve bana uzanarak ıslak yanaklarımı silmeye başladı.

iki senelik kontratın süresi, nasıl olduğunu anlamadığım şekilde hızlı bitmişti. zaman acımasız ve zalimdi, çok çabuk geçiyordu. başlarda hiç geçmez gibi geliyordu halbuki. ama minho benim evim olunca işler tersine dönmüştü.

doğruyu söylemek gerekirse eski eve ölüp bittiğimden ağlamıyordum. sadece bütün her şey orada başlamıştı, hiç olmazsa bebeğimizin de o evi görebilmesini isterdim.

"bütün anılarımız o evde kaldı"

"hayır" hafifçe kaşlarını çattı. "biz yaşadığımız sürece bizimle kalacaklar" hıçkırarak minho'nun boynuna uzandım.

eylül'ün ilk günüydü. sonbahar gelmişti, bütün güzellikleri beraberinde getirecek olan sonbahar. bütün güzelliklerden kastım bir hafta kadar sonra doğacak olan güzel kızımdı.

"daha güzellerini yeni evimizde bebeğimizle yaşarız"

"sen beni daha çok ağlatmaya mı çalışıyorsun?" içli bir nefes alarak yüzümü sildim. karnım burnumdaydı, taşınmak için berbat bir zamanlamaydı ancak taşınmak zorundaydık. ev sahibi kontrat yenileme mektuplarına cevap vermemişti, sadece evden çıkmamızı söylüyordu. biz de kendi evimizi almıştık minho'yla.

yeni evimiz eskisinden daha büyük ve ferahtı. çok güzel güneş alıyordu, ayrıca yaz aylarında masa sandalye atıp arkadaşlarımızla saatlerce konuşabileceğimiz, bebeğimizin ortalıkta koşturabileceği büyük bir bahçesi vardı. şehir merkezine de çok uzak değildi. nakliye firması çoktan mobilyaları yerleştirmişti, minho evi köşe bucak temizlemeleri için bir temizlik şirketiyle de anlaşmıştı. her şey hazırdı.

"gidelim mi?" gözümün önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına ittiren minho'ya kafamı salladım. kemerini takıp arabayı çalıştırdı.

"acıktın mı? yemek yemeye gidelim mi bir yerlere?"

"hazır yemek istemiyor canım" dedim omuz silkerek. aslında direkt canım yemek yemek istemiyordu, halbuki sabah kahvaltıda yediğim domates peynirle duruyordum. hamileliğim boyunca var olan fil iştahım bugün yerinde değildi.

"evimize gidince ben sana yemek hazırlarım o zaman" yanağımı parmaklarının arasına sıkıştırıp gülümsedi. elini tutup derin bir nefes aldım. minho yanımdayken kendimi hep güvende hissediyordum, nerede olursak olalım.

"seni çok seviyorum, biliyor musun?" tekrar dudaklarım titremeye başladı. doğruyu söylemek gerekirse ağlak olmamdan ben bile bunalmıştım. minho bu zamana kadar beni bırakıp gitmediği için koca bir madalya hak ediyordu. evet bebeği kendi başıma yapmamıştım ama ne bileyim.

"ben de seni çok seviyorum bebeğim" dedi gülümseyerek. parmaklarıma kitlediği parmaklarına daha sıkı tutundum.

sonra her şey çok hızlı gelişti.

karnıma saplanan sancıyla iki büklüm oldum, minho hızını düşürüp bana döndü. "iyi misin?" tam cevap verecekken ikinci bir sancıyla nefesim kesildi.

"hastaneye sürüyorum" dedi direksiyonu kırıp. önemli bir şey olmadığını düşünmüştüm ama acıdan çığlık atacak raddeye gelmiştim.

"doğuruyorum galiba," gözlerimi büyüterek arkama yaslandım, minho'nun da panik yaptığının farkındaydım ama sakin olması gerekiyordu yoksa böyle bir yerlere varamazdık.

treat you better | minsung (✓)Where stories live. Discover now