2.8

2.1K 158 8
                                    

Omuzlarım çökerken "Biliyor muydun?" diye sordum.

Güldü "Aslında birkaç saat öncesine kadar bilmiyordum," dedi. Kaşlarım iyice çatılırken "Brandon benim çok yakın arkadaşım, yani en azından hafızasını kaybedene kadar öyleydi. Seni ismen tanıyordum ancak görmemiştim. Brandon ile konuşurken bahsin açılınca mimiklerini izledim. Kendini çabucak ele verdin." dedi

Sustum ve yüzüne baktım. Ne diyebilirdim ki? Beni tanıyordu. Dudaklarımı ıslattım "Neden ona söylemediniz?" diye sordum.

Buruk bir gülümseme attı "Sen neden söylemedin?" diye sordu. İkimizin de cevabı aynıydı. İkimiz de şu an Brandon için birer yabancıdan ibarettik. Bize inanıp inanmayacağını, ona destek olmamıza izin verip vermeyeceğini bilmiyorduk.

"Şimdi sence ne yapmamız gerek?" diye sordum.

"Şu an senin üzerinde yoğunlaştı, seni keşfetmesini beklemek bana mantıklı geliyor. Ve bu sırada benim de onunla aramı eskisi gibi yapmam gerek,"

Başımı aşağı yukarı salladım ve gözlerimi önümdeki dosyalara indirdim.

"Andrea," diye seslendiğinde başımı kaldırdım "O seni çok seviyordu, umudunu yitirme olur mu?" dedi. Gülümsedim. Eğer konuşursam kendimi hırpalayacaktım. Gözlerim doluydu. Eğer konuşursam kaybederdim.

Sabah dörde kadar çalıştık. Kaç kez kahve almaya gittiğimizin sayısını bile hatırlamıyordum. İşleri bitirdiğimizde ikimiz de büyük bir boşluk içerisinde etrafa bakınmıştık. Rylan iki sayfa dolusu benim hakkımda not almış ve onları Dael denilen adama atmıştı.

Vakit kaybetmeden eve döndüm. Öylesine yorgundum ki kıyafetlerimi çıkarmadan yatağa girdim fakat başımı yastığa koyduğum anda koskoca gün gözümün önüne geldi. Eva'ya karşı daha sert çıkmam gerekiyordu. Brandon'ın önünde küçük bir çocuk gibi ağlamam ise cabası!

Daha iyisini yapabilirdim. Yani daha asi olup tuvalette Eva'ya saç baş dalabilirdim. Brandon'ın karşısında ağlamak yerine her şeyi anlatabilirdim ama yapmadım. Çünkü biraz dayanmam gerekiyordu. Sabır.

Alarmın üçüncü çalışıyla bir kez daha uyanıp saate sert bir şekilde vurarak susturdum. Sabah haberleri aktarılırken tekrar uyuyamayacağımı anladım ve yataktan çıktım. Ayaklarım felaket halde ağrıyordu. Zar zor banyoya girip kısa bir duş aldım, az da olsa rahatlamama yardım etmişti.

Saçlarımı kurutma işiyle fazla oyalanmadım, nemli bıraktım ve ördüm, makyaj yapmak yerine basit bir ruj sürdüm ve üzerime tek parça bir elbise geçirdim. Topuklu ayakkabılara ayağım sığmadı! Ayaklarım o kadar şişmişti ki ağrıların boşuna olmadığını anladım. Hala o lanet ayakkabıları giymekte ısrarcıydım fakat ayaklarım o ayakkabıların içinde beni ağlatmak için çabalıyordu.

Pes ederek her zaman giydiğim düz taban ayakkabılarımı giydim.

Ayakta olduğum her saniye esnemekten gözümün önünü göremiyordum. Kendime kopkoyu bir kahve yapıp masaya oturdum. Ted telefonu elinde gevreğini yiyordu. Masanın üzerindeki gevrek kutusunu önüme çekip boş boş etrafıma bakındım. Kase almam gerektiğini fark etmem uzun sürmüştü. Dolaptan bir kase çıkardım, çekmeceden kendime kaşık alırken ayaklarımın dibine oturup bana mazlum gözlerle bakan Chelsea'yı fark etmemle kan beynime hücum etti ve tamamen uykum açıldı.

"Bu ne?" diye bağırdım Chelsea'yı yerden alırken. Üzerinde yeşil, keçeden bir cüce elbisesi ve ayaklarında keçeden ayakkabılar vardı. Çabucak ayakkabıları çıkarıp üzerindeki elbiseyi bana neler olduğunu anlamıyormuş gibi bakan Ted'in suratına attım.

"Dün Tessa geldi, beraber alışverişe çıktılar sonrasında durum bu," diyerek kendini savundu.

"Sea oyuncak değil Ted, üzerine bir şeyler giymesine müsaade ettiğim tek zaman kış mevsimi ama ayaklarına asla bir şey giydiremezsin. Yürürken ne kadar işkence çektiğini görmedin mi?" diye söylenirken bir yandan Chelsea'nın tüylerini okşuyor bir yandan da onu öperek rahatlatmaya çalışıyordum.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Where stories live. Discover now