2.26

2.8K 193 5
                                    

Elimdeki fotoğrafı rüzgara kaptırmamak için sımsıkı tutarak gözlerimi karanlığa boğulmuş Las Vegas'a dikmiştim. Saçlarım sahaba karşı esen dingin rüzgarla usulca bir sağa bir sola sallanıyordu. Aşağı baktım. Bilmem kaç kat yükseklikten aşağı bakmak kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Yükseklikten korkmuyordum ancak sürekli gözümün önünde aşağı atladığım hayali beliyordu ve bu beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu.

Saçlarımı geri atarak tekrar gözlerimi elimdeki fotoğrafa diktim, otelin tabelasından yansıyan renkli ışıklar altında donuk, ölü gibi ruhsuz gülümsememe baktım. Brandon rol yapma gereği duymadan dudaklarını saçlarımın arasına saklamış, kameraya bakmıştı. Bense, gülümseyemeye çalışıp aksine daha da somurtarak poz vermiştim. Bu fotoğrafı bir yanlışlık olup da elimden kaçırmak istiyordum. Bu fotoğrafı hiçbir yere sığdıramadım. Ben sevdiğim adamın ölümüyle başa çıkmıştım ancak bana yabancı bir bebeğin ölümüyle başa çıkamıyordum. Belki de karşımda ölmesinden dolayıydı. Hayır, Micah da karşımda ölmüştü ve ben bu kadar tepki vermemiştim. Üzüldüğüm şey ya da sinirlendiğim her neyse tamamen Brandon'a yönelikti. Hapse girip de yalnız kalacağım düşüncesi beni korkutmuştu. Belki o zaman bu bencilliği kabullenemememiştim ancak şimdi ruhum büyümüştü ve kendime karşı daha dürüsttüm.Üzüldüğüm Micah değildi, Septembre ya da diğerleri... Ben işin ucunun Brandon'a dokunacağından korkuyordum.

Artık kaybetmek istemiyordum.

İşaret ve orta parmağımın arasına sıkıştırdığım fotoğrafı kendimden uzaklaştırdım. Bırakmak, içimde biriken her şeyle birlikte rüzgara bırakmak istiyordum ancak ne parmaklarım hareket ediyordu ne de içimde taşlaşan ve hareket etmemekte ısrar eden duygularım tepki veriyordu. Ben, bununla yürümeye mahkumdum. Benim yüzümden ölenlerin yükü omuzlarımdan asla atılmayacak, her geçen yıl kamburumu daha da belirginleştirecekti.

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Hangi merhamet bir bebeğin ölümünü isteyebilirdi ki? Neden? Sırf Brandon'ın canı yansın diye miydi bunlar?

Parmaklarımı katlayıp fotoğrafı avcuma aldım ve oturduğum yerden kalkıp çatıdaki kapıya yöneldim. Sabahlığım rüzgarın şiddetine daha fazla dayanamadı ve kuşağı gözülüp pelerin gibi bacaklarıma dolanıp arkamda salladı. Küçükken böyle bir şey olsa kendimi süper kahraman gibi hayal eder, kollarımı rüzgarın gelişine açar ve saçlarımı savururdum. Ancak benden süper kahraman olmazdı. Ben, arkamda bıraktığım ölülerin yasıyla kendi hayatıma son verirdim.

Kapının kolunu indirdiğimde gürültüyle aralandı ve sabahlığım bacalarımı sardı. Artık süper kahraman gibi saçlarım uçuşmuyor, pelerinim savrulmuyordu. Çıplak ayaklarla merdivenleri teker teker inip acil çıkış kapısından otelin krem halıyla kaplanmış koridoruna adımladım. En sonda Brandon ile benim odam vardı. Gasinodan geldiğimizde ayrı ayrı yataklarımıza yatmıştık. Uzunca bir süre yatakta dönüp durduktan sonra kendimi terasta bulmuştum. Yolu nasıl buldum, nasıl kapıyı açtım hatırlamıyordum.

Belime sıkıştırdığım odanın kartıyla kapıyı açıp içeriye girdiğimde gördüğüm ilk şey camın karşısında duran Brandon'ın silüetiydi. Kapıyı kapatırken omzunun üzerinden dönüp bana baktı. Yüzünü göremediğim için tepkilerini kestiremiyordum. Üzerimdeki zümrüt yeşili sabahlığı çıkarıp koltuğun arkasına bıraktım, odanın kartını ve fotoğrafı sehpanın üzerine gelişi güzel atıp yanına gittim.

Gözleri tekrar bana çevrildi, üzerimde birkaç tur attıktan sonra bakışlarını camdan dışarıya çevirdi. Boydan boya camın çerçevelesinde bir viski kadehi vardı ve tamamen içilmişti. Odaya hakim alkol kokusu aradım ancak yoktu.

"Neredeydin?" diye sordu insanın tenin üzerinden akıp giden soğuk sesiyle.

Boğazımı temizledim "Çatıya çıkmıştım," dedim. Ona doğru adımlarken alkol kokusunu aldım "İçmişsin," dedim.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Where stories live. Discover now