2.44

2.3K 173 19
                                    

Eldorado'mun kanatları siyaha çalar daima. Süzülürken gözlerimi üzerinden alamadığım siyah bir dalga gibi gökyüzünün mavisinde belirir. Onun peşinden koşarken ya ben kaybolmuştum ya da Eldorado kaybolmuştu. Kendimi bulduğumda gökyüzü Eldorado'nun kanatları gibi simsiyahtı. Boğucu hava üzerime kar gibi yağıyor, pamuk kadar hafif dalgalar arasında eziliyordum. Ruhum, eriyor ve yağan tanelerin arasına karışırken bedenimde kapanması mümkün olmayan yaraları körüklüyordu.

Gözlerimin hizasında dalgalanan lav lambasını izlerken dudaklarım sessiz ritmini tutturmuş nefes almak için açılıp bir nebze de olsun kapanıyordu. Vücudu vücudumu sarmalamış bir kolunu omzumun üzerinden atmıştı. Eli elimin üzerinde, parmakları parmaklarımın arasındaydı.

Yavaşça kollarının arasından sıyrıldım. Güven –Eldorado- kaybolduğunda bir daha geri gelmiyordu. Onu hiçbir şey geri getirmiyordu. Ne kadar kan dökülürse dökülsün, ne kadar gözyaşı heba olursa olsun siyah kanatlı, safir kadar parlak gözlü Eldorado'm artık bu diyarlarda uçamayacak kadar yorgundu.

Ayakkabılarımı ayağıma geçirip Brandon'ın başucu lambasının yetebildiği kadarında beliren simasına baktım. Loş ışıkta yüz hatları belirgin ve gölgeliydi. Tekrar onun kollarının arasına kıvrılıp bana söyleyebileceği yalanlara inanmak istiyordum ancak bir türlü yetmiyordu. Eldorado... Eldorado kaybolmamıştı. Ölmüştü.

Kirli kıyafetlerimi doldurduğum çantayı ve kol çantamı alıp sessiz adımlarla bir kez daha arkama bakmamayı emrederek kapıya doğru yürüdüm. Kartı alma gereği duymaksızın sessizce kapıyı aralayıp odadan çıktım. Koridora ulaşmak, açık renk halıları ve parlak ışığını yayan lambaları üzerime sindirmek hoşuma beni gevşetmişti. Koridorları sessiz denebilecek hızlı adımlarla aşarak asansörü çağırdım ve el alt katın numarasını tuşlayıp sakince nefes aldım.

Lobiye indiğimde neredeyse sabahın körüydü. Resepsiyonda hiç kimse yoktu. Gözlerimi başkentlerin saatlerinin gösterildiği analog saatlerde gezdirirken birinin beni görmesi için bekledim ancak o biri görmemişti. Elimin altındaki zile iki kez çarçabuk bastım ve iki elimle çantalarımı önümde tutarak birini bekledim.

Zile tekrar basmak için uzanırken resepsiyonun arkasından gözleri şiş, kahverengi saçları dağınık genç bir adam çıktı "Nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu uykulu tonlamasıyla.

"Hesabımı kapatmak istiyorum," dedim.

Şaşırmış ve biraz da bunun için kalkmaktan dolayı kızgın bakışıyla karşı karşıya kaldım "Çıkış işlemlerinizi ancak sabah halledebilirim," dedi.

"Sadece ödeme yapmak istiyorum, şu an odamda bir arkadaşım kalıyor ve sabah çıkış yapacak,"

Başını aşağı yukarı sallarken "Nakit mi kredi kartı mı?" diye sordu.

"Kredi kartı," dedikten sonra çantama uzandım ve bir günlük ücretin çekilmesini izledim. İşim bittiğinde kendimi biraz daha özgür hissediyordum. Çantamı omzuma atarak kapıya yöneldim ve çıkışa doğru yürüdüm.

Eldorado'yu bulmak asırlarımı almayacaktı. Ölen insanların yerine bir başkası doğardı ve elbette insanların inanışlarıyla yarattığı Eldorado da bir gün doğacak, siyah kanatlarıyla gökyüzüne yükselip tenimi pare pare yakan güneşi gölgelyecekti.

Ve Eldorado'nun doğması için beklemekten başka çarem yoktu.

"Andrea!"

Arkama dönmek ve dönmemek arasında saliseler içerisinde defalarca gidip geldim. En sonunda aslında ona küs değil kırgın olduğumu fark ederek arkamı döndüm. Kaşları derinlemesine çatılmıştı. Gömleği kırışmış ve yarısı pantolonunun içinden çıkmıştı, ceketi elinde taşımaya mahkum kaldığı herhangi bir şey gibi angarya misali tutuyordu.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Where stories live. Discover now