2.28

2.6K 193 6
                                    

Fırından çıkan baharatlı patateslerin kokusu mutfağa yayılırken bir yandan Amber'a son bir ayda olanları anlatıyor bir yandan da Amber'ın olaylarla ilgili esprilerine gülüyordum. Sorun ne olursa olsun o konuyu alaya almayı biliyordu.

Biz mutfakta büyükanneme yardım ederken Brandon ve dedem verandada koyu bir sohbete girişmiş soğuk şaraplarını yudumluyorlardı. Açıkçası bu beni şaşırtmıştı. Brandon'ı gördüğünde dedem yumruklarını sıkmış, her an avına saldırmaya hazırlanan aslan gibi dikkatle hareketlerini izliyordu ancak Brandon onunla tanışmak için elini uzattığında bir şeyler yumuşamıştı. Bir saat içinde nasıl olduysa konuşacak bir şeyler bulmuşlardı.

İçimdeki katran karası bulutlar dağılırken yağmur bırakmış ve o yağmur içime ekilen mutluluk tohumlarını filizlendirmişti. Yağlı kağıdın üzerindeki patatesleri fırın tepsisinden büyükçe bir tabağa aldım. Buraya gelmek bugün verdiğimiz en iyi karardı. Mutluluk başka nasıl tarif edilebilirdi ki? Göğsümün ortasındaki çatlağa güneş vuruyordu, sıcacıktı. Yüzüm gülüyordu. Neşeliydim. Enerjiktim.

Gail teyzemin sesiyle mutfağın giriş kapısına döndüm. Sarı saçlarını kafasının tepesinde toplamış, yorgun yüzüne sıcak gülümsemesini yerleştirerek bana kucak açmıştı. Anneme olan benzerliği karşısında bir kez daha sarsıldım. Büyükannem, Gail teyze, Amber... Onlar anneme benziyordu. Bense babama. Anneme benzeseydim her sabah onu karşımda görme şansım bir önceki güne göre daha falza olurdu. En azından ona benzediğim için kendimle övünürdüm ancak ben babama benziyordum. Yani daha çok kızıl saçlarımla babamın annesine benziyordum.

Gail teyzeme sarıldım "Çok iyi görünüyorsun," dedi ellerimi tutup beni uzaktan süzerken.

"Teşekkürler," dedim ve kıkırdadım.

"Ama gözlerin çok kötü, günlerdir uykusuz kalmış gibisin."

"Öyle de sayılabilir, saat farkı beni mahvetti," dedim. Saat farkı, Kevin'dan sonra baş gösteren kabuslarım... Çok uyumama rağmen uyandığımda gözlerim içine çökmüş halde oluyordum.

Birlikte bahçedeki büyük, henüz ne olduğunu öğrenemediğim geniş yapraklı ağacın altındaki masayı hazırladık. Atların kişnemesi, rüzgarın dağların arasından geçerken çıkardığı uğultuyla burası dingindi.

Brandon ile masaya doğru yürürken "Bakıyorum da dedemi kafaladın," dedim.

Çarpık gülümsemesiyle "Büyüklerle aram iyidir," dedi.

"Herkesle aran iyi,"

"Sanırım,"

Masaya dedemin sol tarafına oturduk. Hemen yanında ben, benim yanımda Brandon, onun yanında tüm hayranlığıyla Calton vardı. Karşımızda büyükannem, Amber, teyzem ve masanın diğer ucunda, dedemin karşısında Gail'in eşi Max oturuyordu. O da Gail gibi sarışın, mavi gözlüydü. Neredeyse Brandon'la aynı boydaydı ve oldukça yapılıydı. Gail'in tanışma hikayelerinden bahsettiğini hatırlıyordum ancak ne olduğunu kestiremiyordum, o sıralar kendimi tamamen Brandon'ın acısıyla çevrelenmiş hapishaneye kapatmış, dış dünyaya kulaklarımı tıkamıştım.

"Gail, Max ile nasıl tanışmıştınız?" diye sordum.

Gail ile Max birbirine bakış kıkırdadılar. Elinde tuttuğu şarap kadehini masaya bırakırken saçını kulağının arkasına sıkıştırdı "Ah," dedi ve iç geçirdi "Öncelikle peşimden çok koştuğunu söylemem gerekir," dediğinde Max başını iki yana sallayarak onu yalanladı.

"O benim peşimden çok koştu," dedi.

Max, dedemin birliğindeki askerlerden birisiymiş. Ziyaretler sırasında Gail ile arasında bir elektrik oluşmuş. Buraya kadar her şey romantikti ancak işler dedemin onların ilişkisini hissetmesinden sonra başlıyordu. Gail teyzem Max'i ziyarete alaya geldiği her seferinde dedem bir yolunu bulup onları yakalıyor, buluşmalarını engelliyordu. Şimdilerde bunu reddetse de zamanında onların ilişkilerini onaylamadığı açıktı. Max, işi olmayan, sırf ölmek için orduya katılmıştı. Bu, dedemin hoşuna gitmiyordu.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt