2.22

2.7K 238 16
                                    

Gözlerimi camın arkasındaki polaroid fotoğraf makinesine diktim. Kucağımda Kevin ile oturacak yer ararken birden sanki ihtiyacım olacağının altını vurgularcasına karşıma çıkmıştı. Brandon ile beraber hiç fotoğraf çekinmemiştik, onun çizimleri ise atölyeyle birlikte yok olmuştu. Onunla anılarımızı biriktirmek... Benim fotoğraf çekip de yıllar sonra o fotoğrafa bakarak iç geçireceğim ya da eski günleri yad edeceğim yoktu ancak ihtiyacımız vardı. Tekrar hafızasını kaybetmese de yaşlandığımızda zihnimiz de bizimle birlikte yaşlanacaktı ve unutacaktık.

İçeri girdiğimde gözlerim etrafı taradı ve görevliyi buldu. Özelliklerini dinleme gereği duymadan beyaz, toz pembe karışımı polaroid fotoğraf makinesini alacağımı söyledim ve dakikalar içerisinde kutusuyla beraber dükkandan çıktım. Bu kadar basitti. Gelecek için hayatımdan sadece beş dakika feda etmiştim.

Bunu neden daha önce yapmamıştım? Yapacağım sadece telefonumu çıkarıp bir saniyeden daha kısa bir süre parmağımı ekrana bastırmak olacaktı. Bu, tüm hayatımızı daha iyi bir düzene oturturdu. Gerçi, eski telefonumla fotoğraf çekinsem bile bir işe yaramazdı. Telefonumu onun evinde bırakmıştım ve bugüne kadar elime geçmemişti.

Anakucağında etrafı meraklı gözlerle izleyen Kevin'ın başını okşayıp kutuyu masanın üzerine çıkardım. Pillerini ve kağıtlarını taktıktan sonra fotoğraf makinesi tamamen kullanıma hazırdı.

"Kevin," diye seslendiğimde başını çevirip bana baktı "Fotoğraf çekinelim mi?" dedim gülümseyerek. Söylediğimi anladığını sanmıyorum ama gülümsediğim için genişçe gülümsedi. Başının üstünü öptüm ve fotoğraf makinesini havaya kaldırdım. Kevin'ın ilgisi saniyeler içerisinde makineye kaymıştı. Uzanmaya çalışırken düğmesine bastım.

Şip-şak. Sonsuzluk.

Fotoğraf makinesinin üzerinden çıkan kağıdı alıp fotoğrafın belirmesi için havada sallarken Brandon yanımdaki sandalyeyi çekti.

"Ted nerede?" diye sordu.

"Lavaboya gideceğini söylemişti," dedim ve kağıdın üzerinde beliren fotoğrafa baktım. Kevin'ın küçük dili dudaklarının arasında merakla telefona uzanırken ben sadece donuk bir gülümseme ve uykulu gözlerle ekrana bakmakla yetinmişim. Yine de saklamaya değer bir fotoğraftı.

Fotoğrafı masanın üzerine bırakıp fotoğraf makinesini tekrar elime aldım ve Brandon'a döndüm. Herhangi bir şey söylememe gerek kalmadı, sandalyesinde bana doğru eğildi ve ufak bir tebessümle poz verdi.

Brandon fotoğrafı alıp sallarken bende çantamdan kalemimi çıkardım. Tarih atmak için fotoğrafı elime aldığımda parmaklarımın hareket edemeyecek kadar soğuduğunu hissettim. Kevin, Brandon ve ben... Gözlerimi sımsıkı kapatıp fotoğrafı masanın üzerine bıraktık. Aile gibiydik ve bu benim göğüs kafesime hançerler saplıyordu. Aile gibi olmak istemiyordum ben, aile olmak istiyordum.

15. 7. 16 / NEVADA

"Dün, CD'de anlattıklarımı duydun," diye söze başladı Brandon. Gözlerimi fotoğraftan alıp ona çevirdim "O gün ne oldu?" diye sordu.

"Micah beni alıkoymuştu," dedim. Bu kaçırmak kelimesine nazaran daha kibar geliyordu kulağa. Etraftakilerin bizi duyma olasılığını göz önünde bulundurarak sesimi iyice alçalttım ve Brandon'a yaklaştım "Çıldırmış gibiydi ve intikam almaya çalıştığı belli oluyordu. Bana Pan ve Echo'nun hikayesini anlattı. O hikayeyi biliyor musun?" diye sorduğumda birbirine sımsıkı bastırdığı dudaklarını aralamak için hareket etti ancak hemen arkasından vazgeçerek başını sallamakla yetindi. "Öncesinde Mabut'un sen olduğunu ancak şimdi kendisi olacağını söyledi. Bana saldırdı. Ona ne yaptın bilmiyorum Brandon ama az çok tahmin edebiliyorum. Aynısını bana yapmak istedi. Sen geldin. Gözün dönmüştü, en az Micah kadar öfkeli görünüyordun ve sonra..." gözlerimi onun gözlerine dikip parmaklarımı namlu misali şakağıma dayadım "Bam."

Sana Ait | Vincent Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin