2.25

2.6K 205 20
                                    

Elbiseyi üzerime geçirip çantadaki topuklu ayakkabıları giydim. Oturma odasına döndüğümde Brandon gözlerini belli bir noktaya kilitlemiş gömleğinin düğmelerini ilikliyordu. Ona doğru attığım dördüncü adımda varlığımın farkına vardı. Beni baştan aşağı süzdükten sonra dudakları kıvrıldı.

"Çok hoş görünüyorsun," dedi. Sesi deniz kadar durgundu; içinde fırtınalar kopmasına rağmen usul usul dalgalanıyordu.

"Sen de," dedim ve kendimi gülümsemeye zorladm. Olmadı. Her an Kevin ağlayacak da ben onun sesinden rahatsızlık duyarak bir yerlere kaçacakmışım gibi hissediyordum. Elbiseleri, oyuncakları... Her şey yerli yerince duruyordu.

Ceketini üzerine geçirip Kevin'ın öldürüldüğü koltuğun üzerindeki eski model anakucağının saplarından tutarak kucağına bir bebek taşıyormuş edasıyla aldı "Kameraları atlatmak için, en azından çıkış yaptığı görünsün," dedi.

"Peki ya onlar, katiller?" diye sordum.

"Kameraları kapatmışlar."

Avurtlarımı ısırdım. Neredeyse kanayacak hale gelmişlerdi. Umursamamaya çalıştım ancak ne kadar uzak olursam olayım bir şekilde Kevin'ın ölümünü umursuyordum. Onun ortalıktan kaybolmasını gizlemeye çalışmak, kendimi iyiden iyiye katil gibi hissetmeme sebep oluyordu.

Ağır adımlarla odadan çıktık. Geniş koridorda asansöre doğru ilerlerken her kolonun altında bir kamera göze çarpıyordu. Bembeyaz duvarın üzerinde görmezden gelinemeyecek kadar büyük, siyah noktalardı. Brandon, sözde bebeğin yüzünü örten kısmı iyice aşağı indirdi. Asansörün gelmesini beklerken mümkün olduğunda sabit kalmaya, dikkat çekmemeye çalışıyordum. Bu, tahmin ettiğimden daha zordu. Her seferinde sakin kalmayı beceren pasif bedenim bu kez fazlasıyla hareketliydi. Etrafa bakma ihtiyacı hissetmezken bu kez daha fazla etrafa bakma ihtiyacı hissediyordum.

Asansörün kapıları iki yana açılıp içine girdik. Gözlerimi aşağı doğru geri sayan rakamlara diktim ve zemin kata gelene kadar ne konuştum ne de gözlerimi rakamlardan ayırdım. Lobiden geçeken büyün tüylerim ayağa kalmış, çığlık atacak seviyeye gelmişti: "Bakın, katil burada. Önünüzden geçiyor!" Katil olduğumu kabullenmek yerine ısrarla reddediyor, bir yandan da bunu kendime sindirmeye çalışıyor gibiydim.

Dışarıda dizi bekleyen limuzine bindik. Kapılar kapanır kapanmaz Brandon elindeki ana kucağını koltuğun üzerine fırlatıp kalçalarını kaydırarak yayvan bir konum aldı. Başımı camdan dışarıya çevirip hareketli ve ışıl ışıl şehri izledim. Sessizliğimizi katlayarak hareket ettik. Ben tüm enerjimi gideceğimiz mekanda gülüsemeye ayırıyordum, Brandon'ın da bunu yapacağını umarak konuşmuyordum.

Mekanın önüne geldiğimizde Brandon elimi tutup parmak uçlarımı öptü "Hazırsın, değil mi?" diye sordu.

Gülümsedim ve başımı salladım "Evet," dedim. Başını sallayarak gülümsedi. Şoförün bizim için açtığı kapından indik. Organzasyonun yapılacağı mekanın önü ayaklı fotoğraf makinelerini andıran insanlarla doluydu, hepsi her saniye fotoğraf çekiyor, her anı kodaklıyordu. Tek bir boş saniyem onların eline binlerce fotoğraf verebiliyordi. Gülümsedim ve güç almak adına Brandon'a daha fazla sokuldum.

Hiçbirine poz vermeden hızla döner kapıdan içeri girdik. Lobi kırmızı ve altın rengiyle döşenmiş, zenginliğini bağırıyordu. Ağır adımlar kırmızı halını üzerinde yürüdük; büyük, gösterişli acizcenin altından geçtik ve uzun saçlı, kırmızı dudaklı görevli eşliğinde kumarhaneye resmi olarak giriş yaptık. Piyano melodisi insanı daha fazlasını almaya teşvik etmekten çok dinlendirici ve huzur vericiydi. Tezatlık midemi kaldırdı, belki de huzur kelimesinin yankısı Kevin olduğundandı.

Sana Ait | Vincent Serisi 2Where stories live. Discover now