BÖLÜM (23)

14.4K 550 118
                                    

İyi okumalar...

İştahım kesilmiş bir şekilde masada öylece oturuyordum. Tabağıma zorla koyduğum bir parça et ile dakikalardır bakışıyordum. Güzel başlayacağını sandığım bugünün sonunda da hüsran bulutları üzerime gürlemişti.

Elimdeki çatalla eti mundar etmiştim. Ne demek istemişti Ateş? Aklımı ve duyguları karıştırma ne demekti? Onun aklını mı karıştırıyordum.

Yine yapmadığım bir şey yüzünden uyarılıyordum. Sanırım benim hayatımda bu hep olacaktı. Birilerinin yaptığı hataların bedeli benim üzerimden çıkacaktı. Hayat zalimdi. Masum insanlara acı çektirmeyi seviyordu.

Elim kolum bağlanırken kalbimin de hunharca milyonlarca parçaya aynı anda ayrılması haksızlıktı. "Nazlıcım neden yemiyorsun?"

İsmimi duymam ile hüzünlü bakışlarım Esma Hanım ile buluştu. Yine keder basmıştı mı diyecektim? Koskoca yalan olan bu dünyada biz öylesine harcanıyorduk belki de.

"Yiyorum Esma Hanım." Diyerek önümde ki salatadan çatalla bir parça aldım. Zorlukla yuttuğum salatadan sonra üzerine biraz su içtim.

"Nazlı biraz daha et alsana. Yüzün kaşık kadar kalmış." Doruğun ısrarına karşı çıkamadan tabağıma konulan etler ile şaşkınca bakakaldım.

"Doydum ben zaten. Bunları yiyemem." Tabağı biraz ittirdiğimde Doruk omuzlarını silkerek yemeğini yemeye devam etti.

"Sen bilirsin, açlıktan ölürsen Doruk ye demişti dersiniz." Diyerek dudak kıvırdı.

Her hüzün bulutundan sonra mutlaka güneş doğmak zorunda mıydı? Doruk benle uğraşmayı bırakarak Duru ile uğraşmaya başladı bu sefer. Mehmet Bey'in, Doruğa hafif takılmaları, Esma Hanımın gözlerinde ki mutlulukla ailesini izlemesi derken yemeğimizi keyifle yemiştik.

Aslında pek keyifle yememiştim. Aklımda sürekli Ateş'in konuşmaları dönerken, kaçan keyfimi geri getirememiştim. Birde üzerine aç olmama rağmen kaçan iştahım dahil olmuştu.

Şimdi ise Demirsoylar bahçelerinde oturmuşlar ellerinde ki dumanı tüten kahveleri ile hoş bir sohbete dalmışlardı. Ben ise en köşede oturmuş boş gözlerle onları dinliyordum. Ateş mi? Ateş'in de benden kalır yanı yoktu. O da benim gibi sohbete katılmıyor hatta konuşulanlara tepki bile vermiyordu.

Hava çoktan kararmış hafifçe vücutlarımız serinliğin etkisi ile ürpermişti. Gözlerimi bir an Ateş'e çevirdiğimde göz göze geldik. Bu ani durumun şoku ile bakışlarımı hemen kaçırdım. Ne yani beni mi izliyordu? Saçmalama diyen bir yanım vardı fakat daha sağlam bir yanım seni izlemese nasıl göz göze geleceksiniz diyordu.

Kafamı toparlamam gerekiyordu. Yine bu gece gözlerime uyku haramdı belli ki. Gözlerimin ne suçu vardı da uykudan mahrum kalıyordu. Düşünceler havuzuna hapis olan, elleri bağlı bir kız vardı yine.

Ne yaparsa yapsın aklına mıhlanan bir adam vardı. Bu hissi ilk defa yaşıyordum. Daha önce, belki de Ateş'e hissettiğim şeylerden, kimseye bu şekilde hissetmemiş olmamdan kaynaklanıyordu. Neden diyordum, bu hisleri kabullendiğim andan beri! Neden seni umursamayan bir adama değer veriyorsun?

Korkuyordum aslında. Kendime veremediğim bir değeri bana nefretle bakan bir adama vermekten. Korksam da elimden gelen bir şey yoktu. Ben verdiğim o değerin karşılığını alamayacağımı kalbimin en ücra köşesine yazmıştım.

Yine de ondan uzak kalamıyordum. Beni etkilemeyi nasıl başardığını bilemesem de, ona hissettiğim bu hisler beni farklı diyarlara götürüyordu. Yüreğimin zincirlere vurulmuş olması, anahtarının da sadece Ateş'te bulunması zordu.

AŞK'IN NAZ'I (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now