49

673 77 358
                                    

İnsanın istemediği bir şeyi yapması ne kadar da zor, diye düşündüm askeri donanma üniformamı giyerken. Siyaha yakın koyu lacivert takım elbise tüm ciddiliğiyle üzerimde dururken aynadan kendime bakıyordum, mahvolmuş kendime.

Bu takımı giymekten gerçekten nefret ediyordum. Çünkü ne zaman biri ölse cenaze töreni için bunu giyiyorduk. Çok zordu, hiç veda etmek istemediğin kişilere veda etmek için giyinmek çok zordu. Bu koca veda törenini yönetmek ise çok daha acı vericiydi.

Yarbay Junmyeon, ölümünü benim yönetmemi istemişti. Tüm şehitlerimizi bugün duyuracağımızdan, tüm töreni benim yapmam gerekiyordu. Canımdan can gidiyordu, içimden çığlıklar koparken dudaklarımdan bir mırıltı bile çıkmıyordu.

Dayanamıyordum.

Jongdae ölmeden önce eşinin mesajına bakmamı istemişti, mektupları okuduktan sonra bu isteğini yerine getirdim ve kahroldum. Suryeon hamileydi. Jongdae ise daha bunu öğrenemeden ailesini geride bırakmak zorunda kalmıştı. Ji Eun'un babasız büyümemesi için Suryeon'a eş bulmamı söyleyen Jongdae, daha doğmayan çocuğunun babasız kalacağını duysa bir kez de kahrından ölürdü sanırım.

Gözlerim dolarken kafamı iki yana salladım, düşünmek istemiyordum. Düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Zaten birazdan yapılacak olan törende herkesin yakınlarını görecek ve tekrar yıkılacaktım.

Takım elbisemle aynı renk olan başlığı başıma geçirdim ve son kez kendime baktım.

Tıpkı bir ölü gibisin, Chanyeol.

Bir ölüsün, Chanyeol.

Öl ve kurtul, Chanyeol.

Yavaş ve halsiz adımlarla odamdan çıktım. Merdivenlerin her bir basamağında tuttuğum gözyaşlarımı bir kerede serbest bıraksam dünya yeni bir okyanus tanırdı sanırım. Ama buna izin vermeyecektim, Kyungsoo'nun sözünü dinleyip ağlamayı kesecektim. Son isteğini yerine getirecektim.

Geniş bahçeye adım atar atmaz mahvoldum. Siyahlar içinde ağlayan insanlar, halsizce duran askerler, ağlayanları sakinleştirmeye çalışan psikolojik danışmanlar...

Yan yana ve arka arkaya dizilen tabutların yanına ilerledim, tabutların önündeki fotoğrafları sadece birkaç saniye görmek bile dudaklarımı birbirine bastırmama sebep oldu.

Tabutların önüne geçip karşımda duran herkese baktım ve sağ elimle bir asker selamı verdim. Ardından gelen yakınların yanına gittim. Kyungsoo'nun ailesini ve Minseok'un ailesini selamladım, hepsine teker teker sarıldım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve onlar da bunun çok gurur verici bir şey olduğunu söyleyip ağlamayayım diye uğraşıyorlardı.

Onlara karşı saygıyla eğildikten sonra sağ tarafa döndüm. Junmyeon'un kızı Yüzbaşı Kim Jisoo ve polis oğlu Kim Yugyeom ciddiyetle bana bakıyorlardı. Üzgünce baktım onlara, gözlerim doldu, bir şey diyemedim.

Dudaklarımı araladım ve sessizce "Özür..." dedim ancak devamını getiremedim. "Ben özür di-"

"Asker, selamla!" Jisoo lafımı kesip keskin bakışlarıyla beni susturdu ve tek eliyle asker selamı verirken güçlü bir sesle söyledi. Buna karşılık sadece ben değil, emrini duyan tüm askerler selam vermişti.

Jisoo'nun tam karşısına geçip sağ elimi kaşıma doğru götürdüm ve zor da olsa konuştum. "Dokuzuncu Ordu Komutanı, Binbaşı Park Chanyeol! Tören yönetimi tarafımca gerçekleştirilecektir, Sayın Yüzbaşı'm!"

"Rahat!"

Elimi indirdim, gözlerine bakarken sessiz kalmaya karar verdim. Junmyeon'un gözleriydi sanki bunlar. Onunki gibi yumuşak ama gerektiğinde öldürücü bakan gözler...

Kod Adı: Bela •chanbaek•Where stories live. Discover now