54

433 53 153
                                    

Byun Baekhyun

Bahçede dizilmiş mikrofona konuşma yapmamı bekleyen erler ve komutanlar, Chanyeol'ün tabutuna ve önündeki fotoğrafa bakarak ağlaya ağlaya konuşma yapan ben, asla ama asla güçlü olmayan sesim, saygı duruşunda bile dik duramayıp fotoğrafının önünde diz çöküşüm, Chanyeol'ün bu koyu lacivert askeri donanma üniformasını neden sevmediğini net olarak anlayışım, Ji Eun'un yanımda gülerek bana çerçeveyi göstermeye çalışması ve Su Ryeon'un ağlayarak onu durdurması, Jisung'un hoşnutsuz bakışları, Jongin'in sürekli bileğindeki kol saatini okşaması, Sehun'un korkusuzca sıradan çıkıp yanıma gelmesi ve başımı kendine çekip benimle birlikte ağlaması, hiçbir komutanın buna laf edememesi, hatta ve hatta Yarbay Heechul'un da ağlayarak bana bakması...

Hiç bitmeyecek sandığım dakikalar, hiç dinmeyecek sandığım gözyaşları, hiç geçmeyecek sandığım göğüs ağrıları; keşke dursa dediğim zaman, keşke dursa dediğim beyin fonksiyonlarım, keşke dursa dediğim kalp atışlarım...

Şehit mezarlığına gömülen beden ve üzerinde Park Chanyeol yazan gri bir mezar taşı.

Soğuk rüzgar tenimi okşarken taşın karşısında oturmuş, bacaklarımı kendime çekip kollarımı da bacaklarıma sarmıştım. Mezar taşıyla sessizce kaç saat bakıştığımı bile bilmiyorum fakat hava kararmıştı.

"Sence de hava bugün çabuk kararmadı mı?" dedim kısık bir sesle. "Yoksa sen yoksun diye mi karardı etraf?"

Gözlerimi gökyüzünde parlayan yıldızlara çevirdim ve burukça gülümsedim. "Bana birkaç kere yıldız demiştin, çok hoşuma gitmişti. İkimiz de yıldızız. El ele tutuştuğumuzda bir oluyorduk." Derin bir nefes verip gri taşa baktım. "Ama yıldızın yarısı uzaklara gitti, Chanyeol, diğer yarısı da artık yalnız kaldı."

Ondan cevap almamın imkansız olduğunu biliyordum ama her cümlemden sonra biraz durup onun konuşmasını bekliyordum.

Konuşmak için bile ona muhtaçtım.

Sağ elimi uzatıp taşın üstüne koydum. "Gerçekten de... Bu küçük dünyamda, artık acı dolu bir sonsuzluk başladı. Unutma, gittiğinde yarım kaldım." Dudaklarımı birbirine bastırıp sustum ve taşın üzerindeki Park Chanyeol yazısını okşadım. "Uzanıyorum, tutamıyorum... Özlüyorum, ağlıyorum... Biz neden hep zor şeyler yaşadık, mutluluk bize yasak mıydı, anlamıyorum..."

"Sence de öyle değil mi? Tek yaptığımız aşık olmaktı ve yaşamadığımız şey kalmadı." Alayla güldüm. "Chanyeol, ne var, biliyor musun?" Gözlerimden süzülen damlaları sinirle sildim. "Yazsam bizim hikayemizi, alsam gömsem toprağa. Yıllar sonra bulunur, imkansız bir aşk denir."

"Sana söyleyemediğim o kadar çok şeyim var ki sevgilim... Ah ah... Normalde de bu kadar çok konuşup kafanı şişiriyor muydum?" Hafifçe kıkırdadım ve gri taşa bir öpücük bıraktım. "Özür dilerim."

Geri çekilmiştim ama dudaklarımda hissettiğim soğukluk saçma bir şekilde ağlamama sebep olmuştu. Chanyeol'ün üşüyor olma düşüncesi bile bu kadar basit bir şekilde beni ağlatmaya yettiğinde oturduğum yerden kalktım ve taşın arkasına geçtim, taşa sıkıca sarılıp dakikalarca yüksek sesle ağladım.

"Ben... Her üşüdüğümde sen yanımdaydın sevgilim... Şimdi, sen de üşüyor musun? Hayır, peki ben seni artık ısıtabiliyor muyum Chanyeol?"

Başımı kaldırıp kendime kızarcasına konuştum. "Olmuyor, değil mi? Yapamadım! Sen her seferinde beni korudun ama ben seni hiç koruyamadım!" Sinirle bağırdıktan sonra Chanyeol'ün gözümün önünde birçok kurşun yiyişi zihnimde canlandı ve ellerimle kafama vururken tüm bunları inkar edercesine ağlamaya başladım.

Kod Adı: Bela •chanbaek•Where stories live. Discover now