Bölüm 1.1

672 71 117
                                    

Bölüm 1-Part 1

Başlamadan önce yazarın ufak bir notu var! :)

Hikayeyi beğendiyseniz mutlaka ileriki bölümlere şans verin, pişman olmayacaksınız. Beğendiyseniz şayet benim için de bir oy bırakırsanız çok mutlu olurum :)) Keyifli okumalar.  (Oylara elimden geldiğince geri dönmeye çalışıyorum.)

Kahvelerin olmasını beklerken Doğa'nın mutfağının penceresinden bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izlemeye başladım. Yağmurlu havaları severdim. Güneşli günlerde değil de yağmurlu günlerde daha huzurlu, daha enerjik hisseden bir insandım ben. Parçalı bulutlu, yer yer sağanak yağışlı olan hayatıma ve duygu dünyama en güzel hitap eden hava buydu çünkü. Pencere kapalı olmasına rağmen damlaların bahçedeki toprağa çarptığında ortaya yayılan huzurlu kokuyu duyuyor gibi hissediyordum. Çakan bir şimşekle istemsizce irkildim ve tekrar mutfağa döndüm. Kahveler pişmeye başladıkça mutfağa kokusu yayılmıştı. Kahve kokusunu içime çekerken tekrar pencereye döndüm. Yağmur damlaları vurdukça aşağı doğru esneyen yapraklara baktım. Hepsi sırılsıklam olmuştu. Ağaç ise yapraklarının son demlerini yaşadığını anlamış gibi başını eğmiş, hüzünle onların yağmur ile kavgasını izliyordu. Yapraklar her ne kadar boyun eğmek istemese de artık gitme vakitlerinin geldiğini fark etmişlerdi.

Makinenin ötmesiyle bu güzel rüyadan ayrılarak cezveye yöneldim. Makineden cezveyi aldım ve kahveyi köpüğünü paylaştırmaya dikkat ederek fincanlara boşalttım. Mutfaktan ayrılmadan önce son kez pencereye baktım. Ve o an sanki yeşil uzun elbiseli bir kadın parlak kıvırcık sarı saçlarını savurarak acele adımlarla bahçeden çıktı ve hızla kayboldu. Şaşkınlıkla tekrar baktım, bahçe bomboştu. Doğa'nın evi villaydı ve sitenin içerisindeydi. Kimse kafasına göre buraya girip çıkamazdı. O an Doğa'nın çığlığı ile yerimde sıçradım.

-Deren!

Koşarak salona Doğa'nın yanına gittim. Bir yandan nefes almaya çalışıyor, bir yandan bağırıyordu.

-Geliyor!

Şaşkınlıktan olduğum yerde kaldım. Her olasılığa hazırlıklı olmak için Meriç ile yaptığımız tüm provalar aklımdan uçup gitmişti sanki. Derin bir nefes aldım ve hemen telefonuma sarıldım. Titreyen ellerimle telefon rehberimde Meriç'in adını bulmaya çalışıyordum. Telefonu omzumla kulağım arasına sıkıştırdım ve koşarak doğum çantasını buldum, Doğa'nın arabasının anahtarını da elime alarak tekrar Doğa'nın yanına koştum. Kaçıncı çalıştan sonra bilmiyorum Meriç sonunda açmıştı:

-Doğa doğuruyor, biz hastaneye gidiyoruz! Hemen gel!

-Ne? Ama daha erken...

Telefonu kulağımdan aldım ve arka cebime soktum. Doğa'nın yanına gittim, kolumu beline sardım ve onu koltuktan kaldırdım.

-Nefes almaya çalış Doğa! Nefes!

Sancıların arasında tıslayarak nefes almaya çalışan Doğa'yı arabaya oturttum ve hemen binip arabayı çalıştırdım. O an ayaklarımın titrediğini fark ettim. Kendimi sıktım ve nefes alarak hareket ettim.

Hastaneye nasıl vardığımızı hatırlamadığımı söylesem birçok kişi bana belki inanmazdı. Ama gerçekten arabaya bindiğimiz andan itibaren hatırladığım her şey bulanık birer anıydı. Kendimi en son doğumhanenin kapısında oturmuş bekler halde bulmuştum. Meriç, Doğa ile doğuma girmiş, ben ise kapının önünde sandalyeye çöküvermiştim. Kendimi çok fazla kasmış olmalıydım ki, bacaklarım ve sırtımdaki kaslar sızım sızım sızlıyordu. Nefes aldım. Belki de hayatımda yaşadığım en stresli anlardan birini atlatmıştım ve çok soğukkanlı davranmıştım. İçimde bir yer ufak bir gurur duymuştu bu durumla. Doğa'yı sağ salim hastaneye yetiştirmiştim. Nefesimi bıraktım. O an gözüm koridorun başından doğumhaneye doğru yürüyen kadına takıldı. Kadın bugün hayal meyal gördüğümü sandığım kadını andırıyordu. Bir göz yanılması zannettiğim şey gerçek miydi yani? Ama bu kadın kimdi?

Doğa ile arkadaşlığımız üniversitenin ilk yılında başlamıştı ve o andan sonra bir daha asla bağları koparmamıştık. Çok defa Doğa'da kalmış, onu misafir etmiş, aile etkinliklerine ve yemeklerine katılmıştım. Doğuma gelebilecek tüm akrabalarını tanıyordum. Doğa'nın arkadaşı ya da akrabası olmadığına emindim. Ki zaten akrabası neden kimseye görünmeden eve gelip birden ortadan kaybolsundu ki?

Kadın daha da yaklaşmıştı ve ben yüzünü tam olarak seçebiliyordum. Ağır adımlarla yürüyordu, dik bir duruşu vardı. Birer zümrüt gibi parlayan yeşil gözlerini doğumhanenin kapısına kilitlemiş, etrafına bakmıyordu. Sarı kıvırcık saçları omuzlarından dökülüyor, beline dek uzanıyordu. Üzerinde yeşil, uzun kollu, kollarında püsküller olan kısa boylu bir bluz vardı. Altındaki yeşil eteği ise ayaklarını kapatmak istercesine uzundu ve eteklerinde yaşam ağacı işlemeleri vardı. Boynundan sarkan altın renk büyük kolyenin ucunda da bir yaşam ağacı sallanıyordu. Bu ilginç giyim tarzını daha önce görmüş olsam asla unutmayacağıma emindim. Ama kimdi bu kadın? Kadın iyice yaklaşınca merakıma mani olamadım ve kadına seslendim:

-Pardon!

Kadın durdu, bana kısa bir bakış attı. Hiç oralı olmadan tekrar doğumhanenin kapısına çevirdi bakışlarını. Başkasına seslendiğimi düşünmüş olmalıydı.

-Hanımefendi, size seslendim!

Kadın bu kez şaşkınlıkla bana baktı. Hatta şok olmuştu. Beni baştan aşağı süzdü. Kaşlarını çattı. Etrafını taradı ve tekrar bana döndü. Ona seslendiğimden emin olamamış gibiydi.

-Evet, sizinle konuşuyorum. Neye bu kadar şaşırdınız ki?

-Sen beni görebiliyor musun?

Ben saygı çerçevesini koruyup "siz" diye hitap ederken, hemen samimi olması sinirimi bozmuştu, ben de kaşlarımı çattım.

-Oradan bakınca kör gibi mi görünüyorum?

-Senin beni görememen lazım, derken elinin kolyesini arandığını görebiliyordum.

-Anlamadım?

Hastanenin psikiyatri servisinden falan mı kaçmıştı acaba? Aranan azılı bir deli falan mıydı? Bir an hafızamı taradım, haberlerde böyle bir şey görmüş müydüm ki? Hiç de öyle bir şey hatırlamıyordum. Kadının hareketlerinden ürkmediğimi söylesem yalan söylemiş olurdum. Hafifçe beni herhangi bir durumda kurtarabilecek biri var mı diye koridoru kontrol ettim. Sonuçta kadının akli dengesi yerinde değilse bana her şey yapabilirdi. Az ötede oturan genç adam telefonuyla ilgileniyordu. Herhangi bir tehlikede bağırsam muhtemelen kadın bana zarar vermeden yetişebilirdi. Bu durum içime bir nebze olsun su serperken tekrar kadına döndüm ve kadın "hah" yaparak sinirle konuşmaya başladı:

-Sana zarar vermeyeceğim! Psikiyatri servisinden falan da kaçmadım! Sadece bir yanlışlık var, derken dudaklarını ısırdı. "Sen, Uçmag'dan mısın?"

Bölümü beğendiyseniz yıldıza şöyle ufak bir dokunabilirsiniz ;) :)

UÇMAKWhere stories live. Discover now