Bölüm 25.1

36 7 17
                                    

Herkese merhaba! Her ne kadar bölüm ilerledikçe okunma düzeyi düşse de benim şu aralar bulunmaktan en huzur bulduğum dünya Uçmak. O nedenle tekrar başına oturdum ve yazmaya başladım. 

Hedefim hikayeyi bitirebilmek. O yüzden hikayeye yön vermek için son şanslarınız da diyebiliriz aslında. Yorumları dikkate alıyorum ve hoşuma giderse hikayeyi ona göre düzenliyorum. Şayet bir beklentiniz varsa yorumlara yazabilirsiniz.

Okursanız ve yorum yazarsanız ne mutlu bana okumazsanız, beğenmezseniz canınız sağ olsun :)

Okuyan herkese keyifli okumalar :)

BÖLÜM 25- PART 1 

Savaşçıların boynundaki gözgelerden yayılan cılız ışık eşliğinde Bilge İdgü'nün ders verdiği çadırda taş koleksiyonunu arıyorduk. Gözgelerin ışık kapasitesi yüksek olsa da yakalanmamak adına bu şekilde aramak zorundaydık.

   Akşin'in daha önce Bilge İdgü'ye asistanlık yapmış olması, Bilge'nin birçok tuzağını etkisiz hale getirmemize yardımcı olurken, Doruk'un çevik hareketleri de gürültüyle yakalanmamızın önüne geçmişti. 

   Çünkü tedirgindim ve tedirgin olduğumda biraz dengesiz hareket ederdim. Bilge'nin masasında bulunan vazoya dirseğimle vurduğumda ben yalnızca gözlerimi sıkıp her şeyin bittiğini düşünürken Doruk vazoyu havada yakaladı ve gülümseyerek yerine koydu. Bu adam gerçekten benim kahramanımdı. Doruk'a gülümsedikten sonra önüme döndüğümde Akşin'in yargılayan bakışlarıyla karşılaştım. Onu daha da sinir etmek adına omuzlarımı "n'apabilirim?" dercesine kıstım. Gözlerini devirip sinirle nefes aldı ve tekrar önüne döndü.

Akşin'in benimle işbirliği yapmaktan iliklerine dek nefret ettiğinin farkındaydım. Ki sağ olsun bunu sürekli belli etmenin bir yolunu buluyordu. Zaten bu durum karşılıklı bir durumdu. Mecbur kalmasaydım ben de Akşin'den asla yardım istemezdim. Ama söz konusu ben değildim, Barlas'tı.

-Buldum!

Doruk'un zihnimde yankılanan sesiyle birlikte etrafı kolaçan ederek gözlerimle onu aradım. Gözgesinden yayılan sarı ışığı bulduğumda ona doğru ilerledim. Doruk kare çadırın bir duvarını kaplayan büyük dolaptaki kilitli bir çekmeceyi açmıştı ve elinde ahşap bir kutu tutuyordu. Üzerinde benim anlayamadığım harflerde bir şeyler yazılıydı.

Akşin'in de gelmesiyle kutunun kapağını kaldırdı ve bir sürü bölmede bulunan onlarca taş parlamaya başladı. Bir tanesi hariç. Siyah renkli gibi görünen ve hepsinden daha büyük bölmede bir yastığın üzerine konmuş olan taş hiç parlamıyordu. Kutunun en ortasına konmuştu ve etrafında bazı harfler yazılıydı. 

Akşin kutuya uzandı ve kırmızı renkte şekilsiz bir taşı aldı, havaya kaldırıp inceledi ve belinden bir kese çıkarıp içine attı. Daha sonra parlamayan siyah taşa uzandı. Ancak taşa dokunduğu an bir yanık sesiyle Akşin'in inlemesi birbirine karıştı ve Akşin taşa uzattığı elini hızla çekti.

-Yandım, dedi sesli bir şekilde.

-Nasıl yani?

-Yandım işte! Kara Taş'a dokunamıyorum! Kara büyü ile korunuyor sanırım!

-Uçmag'da nasıl kara büyü ile korunuyor olabilir ki?

-Bilmiyorum ama dokunamıyorum, elimi yakıyor!

   Şaşkınlıkla Akşin'i dinlerken Doruk ile göz göze geldik. Bu koşullarda Doruk da bir savaşçı olduğu için taşa dokunamazdı. Ama ben deneyebilirdim. Bana kara büyü işlemiyordu ve ona dokunabilirdim.

  Elimi yavaşça kutuya uzattım.

-Sana dokunamıyoruz dedim! Anlamadın galiba, diye Akşin bana çıkışırken onu duymazdan geldim ve kutudaki taşı kavradım. Avucuma bastırdım. Avucumun içinde taş parladı. Avucum ısındı.

UÇMAKWhere stories live. Discover now