Bölüm 16.2

76 13 12
                                    

Geçen bölümü çok düşük bir motivasyon ve hevesle paylaşmıştım. Ancak aldığım geri dönüşler beni hem şaşırttı hem de çok mutlu etti :)) Öncelikle yanımda olan herkese teşekkür etmek istiyorum :)) Kitap yazmak sancılı bir süreç, zaman zaman asla oturamadığınız ekranın başına bazen saatlerce oturup yazabiliyorsunuz. Bu süreçte insanın en büyük motivasyonu şüphesiz okurları. Düzenli okuyan bir kişi dahi olması bir yazar için en büyük hediye :) Ve ben sizlere hediyeniz için teşekkür etmek istiyorum :)

Daha önceki bölümlerde birkaç öneri paylaşıldı. Hepsini dikkate aldım. Elimdeki hazır yazılmış bölümler bittiği gibi onları dikkate alan bölümler yazmaya devam edeceğim :) Tüm önerilerinizi dikkate alıyorum ve hepsine sonuna kadar açığım, o nedenle lütfen önerilerinizi, fikirlerinizi yorumlarda belirtin, hepsi benim için çok kıymetli :)

Bölümlerin arasını çok uzatmamaya söz vermiştim o nedenle elimden gelen en kısa sürede yine buradayım :) 

Herkese keyifli okumalar :)

BÖLÜM 16 -PART 2

-Yakışıklı mı?

"Yakışıklı mı?" Ben de zihnimde soruyu bir kez daha kendime sormuştum. Doruk'u kısa süreliğine gözümde canlandırmaya çalıştım. Gerçi gerek yoktu, vizyondaki görüntü mıh gibi zihnime işlemişti.

Doruk, tam bir sarışın afetti. Kendimi kandırmaya hiç gerek yoktu. Ben her ne kadar Barlas'a karşı duygular hissediyor olsam da Doruk tam olarak aşık olunacak bir adamdı.

-Yakışıklı, dedim kendimden emin bir şekilde. "Sarışın, uzun boylu, kaslı."

-Hepsi bir arada diyorsun?

Hepsi bir aradaydı gerçekten. Anlayışlı, kibar, centilmen ve destekçi...

-Yani, tanımaya çalışıyorum diyelim, dedim. Belki Doruk mükemmel erkekti ama midemde kelebekler uçuşturmuyordu. Gerçi artık midemde kelebekler uçuşmuyordu, hepsi ölmüştü. Tanrının cezası Barlas!

-Aklını karıştıran başka biri var, dedi Doğa.

Beni bu kadar rahat tahlil edebilmesi bazen sinir bozucu olabiliyordu. Biraz ısrar ederse hemencecik çözülmeye hazırdım zaten. Olanları anlatıp Barlas konusunda nasıl davranmam gerektiğini söylemesine o kadar çok ihtiyacım vardı ki! Ben bu işin içinden çıkamıyordum çünkü.

Ama hiçbir şey söyleyemezdim. Çünkü Doğa'nın dibine kadar sorgulayacağını adım gibi biliyordum.

-Yo, başka konuştuğum biri yok ki, dedim ve yutkundum. Doğa'ya söylediğim yalanla birlikte boğazıma oturan yumruyu mideme gönderme çabamdı bu. İşe yaramamıştı. En azından bunu onun iyiliği için gizlediğimi kendime hatırlatarak vicdan azabımı bir nebze azaltabilirdim belki. "Sadece Doruk içinde hala hislerimden emin değilim, ondan düşündüm."

-Peki, bu Doruk, ne iş yapıyor?

Doruk... Savaşçı diyemezdim, savaşçı ne sinema filmi mi bu diyecekti! Asker? Asker diyebilirdim bence.

-Asker, dedim çok düşünmeden.

Doğa ufak bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve konuşmaya başladı:

-Allah Allah, asker yani?

-Ya, dedim gülümseyerek. Bu muhtemelen yalanımın inandırıcılığını daha da baltalıyordu ama engel olamıyordum. "Astsubay."

Ah be Deren! Aklına ilk gelen rütbeyi de söylemezsin yani!

Doğa'nın yalan söylediğimi anlaması işten bile değildi. Dünyanın en yeteneksiz yalancısı ben olabilirdim. Gerçekten.

UÇMAKWhere stories live. Discover now