Bölüm 19

56 12 21
                                    

Bu dönem çok kötü düzeyde bir soğuk algınlığı salgını var ve yazarınız da buna tutuldu, 1 haftadır yatıyordu. O nedenle bölümleri geciktirdi ve yazamadı. Yeni yeni ayaklandı ve hemen hikayenin başına oturdu. Bu bölüm artık yavaş yavaş kitabın sır perdesini aralamaya ve Uçmag'ın büyülü dünyasını daha da derinden incelemeye başlıyoruz. 

Keyifli okumalar :)

BÖLÜM 19-PART 1

Doruk'un kimse tarafından kullanılmadığını söylediği obadan ve okuldan mümkün olduğunca uzak ormanın kuytusunda kalan bir kulübeyi kendimize üs olarak seçmiştik. Bu durumu sadece Doruk ve ben biliyorduk. Kulübeyi temizleyip kullanılacak duruma getirmiştik ve bugün ilk kez kitap üzerinde çalışıp yüzüğü denemeye karar vermiştik.

Doruk şöminenin üzerinde asılı duran metal kupalardan birini alıp su doldururken bense sallanan iskemleye bağdaş kurmuş oturuyordum. Kulübenin en anlam veremediğim yeriydi bu şömine. Uçmag'da hava her zaman ılıktı ve üşümeye imkan yoktu. Bu kulübeyi yapan kişi neden bu şömineye ihtiyaç duymuştu merak ediyordum.

-Aslında Uçmag'da hava her zaman ılık değil, dedi Doruk.

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım ve sonrasında ağzımı hiç açmadığımı fark ettim. Başa mı dönmüştük yani? Doruk benim zihnimi nasıl duyuyordu? Yüzük parmağımda değildi ama sadece Barlas beni duyabilmeliydi. Doruk, nasıl?

Zihnimden geçenlerle birlikte Doruk da bana şaşkınlıkla baktı ve düşündü.

-Barlas zihnindeki kilidini kaldırmış mıydı?

Bildiğim kadarıyla böyle bir şey olmamıştı.

-Doruk, bu ne demek?

Doruk bakışlarını kaçırdı ve bir süre bir noktaya bakarak düşündü. Sonra toparlandı ve bana döndü.

-Bir şey olduğunu sanmıyorum, sen fark etmeden kilidi kaldırmış olmalı, dedi. Ama hala kafasını kurcalayan bir şeyler olduğu yüzünden belli oluyordu. Metal kupayı dudaklarına götürürken düşünceli bakışlarını yere dikti.

-Doruk, bir sorun mu var?

Sorumla birlikte bana döndü ve zoraki bir şekilde gülümsedi.

-Hayır, hayır. Bir sorun yok. Başlayalım mı artık?

Masanın üzerinde taş kakmaları parıl parıl parlayan yeşil kitaba baktım. Günlerdir kendimi yavaş yavaş buna hazırlasam da hala kitabı görünce içimi bir endişe kaplıyordu.

Doruk'un sorusunu başımla onayladım ve ayaklarımı yere salarak iskemleden kalktım. Masaya doğru ilerledim ve kitabın cildine hafifçe dokundum. Kitabın taşları daha da parlamaya başlamıştım. Nefes alarak kapağı çevirdim.

Kitabın ilk sayfasına beni büyük harflerle yazılmış "Bu kitap yalnızca Tanrı, Tanrıça ve onların görevlendirdiği savaşçılar tarafından kullanılabilir." uyarısı karşılamıştı.

-Hayatımdaki ilk illegal girişimim bu şu an, dedim yazıyı okuduktan sonra gülerek.

-Aslına bakarsan benim de, dedi Doruk da aynı şekilde gülümseyerek. Ellerini masaya yaslamış bana doğru eğilmiş kitabı inceliyordu.

Sayfayı çevirdim. İlk sayfada beni başlıksız bir hikaye karşılamıştı. İlk harfi büyük yazılmış paragrafın tamamı güzel bir el yazısı ile yazılmıştı.

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han göğün 17. Katında bulunan görkemli sarayında kocaman tahtında oturuyordu. Yalnızdı ve canı sıkılıyordu. Sarayının önünde gürültüyle akan nehrin suyundan gelen bir ses ona "Yarat!" dedi. Kayra Han düşündü. Yaratırsa hem artık canı sıkılmayacaktı hem de yalnız kalmayacaktı. Bu koskoca evren yalnızlık için fazla büyüktü.

UÇMAKWhere stories live. Discover now