Bölüm 17

71 12 25
                                    

Bu yazar yine çok uzun ara vermek zorunda kaldı, hepinizden çokçana özür diliyor ama gerçekten wattpad'e dahi girebilecek vaktimin olmadığı bir dönemdi. 

Elimdeki hazır bölümlerin sonuna yaklaştım ve bu yoğunlukta yazmak biraz zorlayabiliyor :) Elimden geleni yapıp sizleri uzun süre bölümsüz bırakmayacağım ancak sırf yazılmış olsun diye yazmak istemiyorum. Kitabımın başları büyük bir emek ve o nedenle gelişigüzel bir ilerleme olsun istemiyorum. İçime sinene dek yazdığım bölümleri yayınlamaya niyetim yok, sinene dek yazıp silmeye devam muhtemelen :)))

Eğer bu kitabı severek okuyorsanız ve devam etsin istiyorsanız yorum yapmayı ve oy kullanmayı lütfen unutmayın :) Emeğin karşılığını görebilmek yazar için büyük bir ilham oluyor :)

Keyifli okumalar dilerim :)

BÖLÜM 17

Doğa'nın evinde gördüğüm şeyi Doruk'a anlatmakla anlatmamak arasında kalmıştım. Barlas'a çok önce kimseye anlatmayacağıma dair söz vermiş olsam da, ona eskisi kadar güvendiğimden emin değildim. Ayrıca Barlas yanımda değildi ve başıma bir şey gelirse Doruk'un beni koruyabileceğinden emin olmalıydım.

Ne yapacağımı bilmez bir halde ufak balkonumdaki mavi minik ahşap masaya dayandım ve başımı elime yasladım. Ben böyle karalar bağlamış şekilde karşıdaki evlere bakarak düşünürken görüş açıma bir buket mor sümbül girdi. Önüme bir şeyin girmesiyle korkuyla irkilip geri doğru kaçsam da çiçek olduğunu görünce şaşkın bir şekilde arkamı kontrol ettim. Doruk yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ve parlayan mavi gözleriyle bana bakıyordu. İstemsizce karşımdaki bu sevimli yüze ben de gülümsedim. Gözleri önümdeki bukete kayınca ben de oraya döndüm ve çiçeği elinden aldım.

-Doruk, bunlar çok güzel, dedim ve buketi hemen burnuma götürüp sümbüllerin muhteşem kokusunu içime çektim. Doruk'da o esnada karşımdaki sandalyeye oturdu ve gülümseyerek bana baktı. "En sevdiğim çiçeği nereden bildin?"

Omuz silkti ve gülerek konuşmaya devam etti:

-Şanslı bir tahmin diyelim.

Buketi tekrar kokladım. Küçüklüğümden beri kokusuna bayıldığım sümbül, en sevdiğim çiçekti. Mor sümbülleri her mevsim alır, odamın bir köşesine koyardım. Odamı dolduran kokusuna bayılıyordum. Doğanın en güzel oda parfümüydü sümbüller.

-Hadi en sevdiğim çiçeği tahmin ettin, rengini de nasıl ettin?

Bu kez cevap vermeden yalnızca omuz silkti.

Benimse az önceki karamsar halimden eser kalmamıştı. Gülümseyerek bukete bakıyordum. O ise karşımda oturmuş beni izliyordu. Sonra dirseklerini dizlerine dayadı ve bana doğru eğildi, dikkatle bakmaya başladı. Söyleyeceği bir şey olduğunu anlamıştı:

-İlk geldiğimde karalar bağlamış şekilde ne düşünüyordun?

Ben bu konuyu Dorukla paylaşmaya karar veremeden Doruk'un gelmesi beklemediğim bir durumdu. Ağzımı açtım ancak ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakaldım. Barlas'ın sözüne sadık kalıp bunu gizlemeli miydim yoksa her şeyi Doruk'a anlatmalı mıydım?

-Neyi söylemekten kaçınıyorsun? Deren, bana güvenmiyor musun?

Doruk'a tüm kalbimle güveniyordum. Haklıydı, ona her şeyi rahatlıkla söyleyebilirdim.

-Doruk, ben bugün yeryüzüne ait olmayan bir şey gördüm. Sanırım gördüğüm şey Alkarısı idi.

Ben cümlemi tamamlayamadan Doruk atılmıştı.

-Söylemiştim! Bebeği rahatsız eden oymuş, değil mi?

Kısa bir süre duraksadım, yüz ifademi değiştirmeden kafamla onayladım. Heyecanlı duruşu yerini kuşkuya bıraktı, gözlerini kısarak bana baktı.

-Sanırım bunu çözmek seni pek mutlu etmedi, derken merakla kaşlarını kaldırmıştı.

-Hayır, tabii ki mutlu etti. Sadece...

Kelimeler boğazıma düğümlenmişti sanki. Çıkmıyordu. Hala bunu konuşmak konusunda emin değildim.

-Gördüğüm şey...

-Deren, ne gördün?

-Alkarısı. Hiç de Barlas'ın anlattığına benzemiyordu.

Doruk'un bu kez kaşları çatılmıştı.

-Nasıl yani?

Derin bir nefes aldım ve konuşmaya devam ettim:

-Çok güzel bir kadın değildi aksine çok çirkin ve yaşlı bir kadındı.

Doruk bu kez gözleri açılmış bir şekilde şaşkınlıkla bana bakıyordu. Durumu anlayınca gözlerini benden çekti ve etrafı gezdirdi. Tekrar bana kilitlendiğinde korkuyla yutkundum.

Elini uzattı ve elimi tuttu.

-Deren, korkma ama...

-Biliyorum, dedim dayanamadan. "Bana kara büyü işlemediğini biliyorum."

Bu kez kaşları şaşkınlıkla çatılmıştı.

-Nasıl?

-Azmıç görevine gittiğimiz günü hatırlıyor musun?

Başıyla onayladı.

-Orada Azmıç'ı kolayca yakalayabilmenizin sebebi, dedim. Cümlemi o tamamlamıştı.

-Senin Azmıç'ın gerçek halini rahatlıkla görebilmendi, dedi boşluğa kilitlenmiş bir şekilde. Sonra bana döndü ve yutkundu. "Bunu o akşam Barlas'a söyledin, değil mi? O yüzden bensiz hastaneye gideceğinizi söylediniz."

Biraz mahcup şekilde bakışlarımı kaçırdım. Bu konuda zerre günahım yoktu, sadece Barlas ne dediyse onu yapmıştım. Ancak bu durum Doruk'u kırmış gibi görünüyordu. Sözlerini belli belirsiz bir şekilde başımla onayladım.

Dudaklarını ıslattı ve bakışlarını bana çevirmeden konuşmaya başladı:

-Senin bana güvenmemene anlam verebiliyorum. Uçmag'a yeni gelmiştin ve beni yeni tanıyordun. Ama Barlas'ın bunu benden gizlemesine anlam veremiyorum. Beni o yüzden kendinizden uzaklaştırdınız o akşam.

-Doruk, ben özür dilerim. Sadece... Ben gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum. Korkmuştum ve...

Doruk elini uzattı ve kucağımdaki elimi sıkıca tuttu. Şaşkınlıkla cümlemi tamamlayamamıştım. Ellerimize baktıktan sonra şaşkın bakışlarımı ona çevirdim.

-Korkma, sana bir şey olmasına asla müsaade etmeyeceğim.

O an istemsizce zihnimde Barlas'ın sesi yankılanmıştı.

"Yine seni kaybetmenin bir yolunu buluruz, söz veriyorum yanında olacağım."

Gözlerimin dolmaya başladığını fark edince hızla gözlerimi kırpıştırdım. Yutkundum ve bakışlarımı kaçırdım. Her ne kadar gözlerimin dolmasını engellemeye çalışsam da gözümden bir yaş firar etmişti. Gözyaşını hızla silmeye çalışsam da Doruk'a yakalanmıştım. Silmek için yüzüme götürdüğüm elimi yakaladı ve yavaşça kucağıma bıraktı. Başparmağıyla hafifçe dokunarak gözyaşını sildi ve eliyle yüzümü kavrayarak okşadı. Bense o an nasıl tepki vereceğimi bilemez bir şekilde Doruk'un gözlerine bakıyordum.

-Tüm varlığım üzerine söz veriyorum, saçının teline dahi zarar gelmesine müsaade etmeyeceğim, dedi. "Seni korumak için kendi dünyamı riske atmam gerekse dahi yapacağım."

  İstemsizce yutkundum. Ne düşüneceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Doruk hak ettiğimin çok ötesiydi. Ancak kalbim buna bir tepki vermiyordu. Kendimi çok kötü hissediyordum. Beynim Doruk diye kendini yırtsa da, kalbim hala Barlas diye atıyordu. Uzak durduğumda kolayca içimden söküp atabileceğimi düşündüğüm hisler bıraktığım yerde, bıraktığım gibi öylece duruyordu. Bıraktığım yerde durmayan tek şey vardı: Barlas. Bu durum kendimi öylesine kötü hissettiriyordu ki, neredeyse kendimden nefret edecek duruma gelmiştim. Özsaygımı yitirmiş gibi hissediyordum. Beni zerre önemsemeyen biri için beslediğim bu hisler alışık olduğum şeyler değildi.

-Düşünme artık, derken Doruk ayağa kalktı. "Hadi ben acıktım, bir şeyler yemeye gidelim."

Doruk'a kalbini bırakanları şöyle bir yorumlara alabilir miyiz acaba?

 Sonraki bölümde görüşmek üzere!!

UÇMAKWhere stories live. Discover now