Bölüm 13

75 19 27
                                    

Bu bölüm havaları biraz ısıtalım mı? Bu bölüm biraz uzun olacak ancak güzel olaylar geliyor o nedenle bölmek istemedim. Bu bölümü gerçekten çok defa yazdım, sildim, tekrar yazdım. Emin olmakta çok zorlandım. O yüzden lütfen bölümle ilgili fikirlerinizi yorumlara bırakmayı unutmayın :)) Mutlaka bekliyoruuum :)

Bu yazarın sizden ufak bir dileği var :)

Bu hikayeyi paylaşabilmek için çok uzun süre bekledim ve çok emek verdim. Hepinizden rica ediyorum hikayeyi beğendiyseniz ufak bir yorumu ve oy kullanmayı unutmayın!

Keyifli okumalar :))

BÖLÜM 13

  Üçümüzde ormandaki ağaçların derinliklerine saklanmış, sessizce kütüphanecinin çıkıp gitmesini bekliyorduk. Demir önümüzdeki bir ağaca yaslanmış büyük bir dikkatle kütüphanenin kapısını izliyordu. Yapacağımız şey beni germiş olsa da vizyonları kontrol edebilme ihtimali içimi rahatlatıyordu. Eğer bunu başarabilirsem yüzüğü takmaktan korkmama gerek yoktu. Belki başka şeyleri de kontrol etmeyi ve yüzüğü tam anlamıyla kullanmayı öğrenebilirdim.

  Kütüphane bir çadır olarak değil taş bir ev olarak inşa edilmişti. Göründüğü kadarıyla savaşçı obası ve okul dışında çadırdan yapılmış bir yer yoktu.

  Kütüphanenin kapısı yavaşça açıldı. Kütüphaneci kadın eteklerini savurarak kütüphaneden çıktı. Kapıyı kilitledi ve anahtarı belindeki keseye koydu.

-Gerçekten mi, koskoca cennette kütüphaneyi korumak için anahtar mı kullanıyorsunuz?

  Fısıldayarak söylediğim cümleye ikisi de "hişşt" diye karşılık vermişti. Kütüphaneci bizim olduğumuz yere doğru bir bakınsa da karanlıkta bir şey görememişti. Boynundaki gözgeye dokunarak yolu aydınlattı ve ormanın diğer tarafına doğru yürümeye başladı. Kütüphanecinin ışığı tamamen kaybolana dek Demir onu izledi ve sonra bize döndü:

-Şimdi beni takip edin, dedi.

  Doruk da ben de ses çıkarmadan Demir'i takip ettik. Demir etrafı kolaçan ederek kütüphanenin yan tarafında duran pencereye doğru ilerledi. Dirseğiyle pencerenin sağ alt köşesine vurdu ve pencere açıldı.

-Bu pencerenin bozuk olduğunu kimse bilmiyor, dedi. Pencerenin üzerinden atlayarak içeri girdi. Pencere benim boyuma ve çevikliğime göre biraz yüksek kalıyordu. O yüzden ben öylece pencerenin önünde kalmıştım.

-Çıkmana yardım edeyim mi?

  Doruk'un sorusuyla geri doğru dönüp ona baktım.

-Zaten tek başıma çıkabileceğimi sanmıyorum, dedim. Ben Doruk ellerini birleştirip basamak falan yapacak sanarken, iki elini belime sarıp beni kaldırmış ve pencerenin pervazına oturttu. Bense gözlerim kocaman açık bir şekilde birkaç saniye öylece kalakaldım, sonra da ayaklarımı kütüphanenin içine sarkıtarak kendimi aşağı saldım.

  Hepimiz içeri girdikten sonra ikisi de boynundaki gözgeye dokundu. Hafif bir ışık kütüphaneyi aydınlattı. İkimiz de sessizce Demir'in arkasından ilerliyorduk.

-Neden sessiz olmaya çalışıyoruz? Kütüphane boş değil mi?

-Riske atamayız, sessiz olmak zorundayız, dedi Doruk.

  Başımla onayladım. Öyleyse madem sessiz olacaktık. Rafların arasından yürürken karanlıkta hiçbir şeyi seçemiyordum. Yalnızca gözgelerin aydınlattığı yerdeki kitaplar seçilebiliyordu. Kütüphanenin en arkasında gittiğimizde Demir duvarın en köşesine doğru gitti ve büyük bronz palto askısını sıkıca tuttu ve kendine çekti. Askıyı kendine çekmesiyle önümüzdeki raf kaydı ve arkasında aynı renkte başka bir raf çıktı. Buradaki kitaplar daha eskiydi ve bir tarafta kitap yerinde parşömenler diziliydi.

UÇMAKWhere stories live. Discover now