Bölüm 10

12K 542 114
                                    

Akşamın en sessiz zamanını bekledi Ateş, Eda' ya gitmek için. Kıştı, soğuktu, sokaklar boştu, evler karanlıktı. Herkes uykuya dalmıştı. Ateş, usulca Eda' nın kapısını çaldı. Anında açıldı kapı. Son zamanlarda ne zaman Eda' ya gelse, kapıyı çalması bitmeden açıyordu Eda, sanki sürekli kapının arkasında bekliyor gibi...

Bir şey demeden içeri girdi. İkisi de kapıda konuşma devresinin bittiğini söylemeden de biliyorlardı.

"İyi misin?" dedi Eda.

"Sen?" dedi Ateş.

Kafasını salladı Eda. Heyecan aralarında dolaşıp, onlarla alay eden küçük kardeş gibiydi.

"Sen iyiysen ben de iyiyim." dedi Ateş. Eda, aniden ona doğru adım atar gibi yaptı ama sonra geri çekildi. Bunu bir kez daha yapmıştı ve o zaman da Ateş ona sarılacağını düşünmüştü ama sarılmamıştı.

"Geçsene." diye yol gösterdi Eda. "Çay yapayım mı ya da kahve?" dedi Eda.

"Kahve olur." dedi Ateş. Eda mutfağa gittiğinde içerisindeki depremleri durdurmaya çalıştı. Depremler dursa, dörtnala koşan atları durduramıyordu. Onlar dursa, kalbinin sesi duyulur diye korkuyordu. Dört yanı kaosla sarılmıştı. Aşk daha yeni dile gelmişken bile kalbine ağır gelmişti.

Eda elinde kahvelerin olduğu tepsiyle geldi. Onun da heyecan konusunda Ateş' ten aşağı kalır yanı yoktu ve o da Ateş' e belli etmemek için mücadele veriyordu. Tam Ateş' e ulaşmak üzereydi ki, çarşafının ucuna basıp tökezledi. Ama Ateş hemen yerinden fırlayıp ellerine yapıştı ve tepsiyi düşürmesine engel oldu. Kahrolası heyecan, kovmaya çalıştıkça onlara dil çıkaran küçük kardeşti resmen.

"Şu çarşafı en azından benim yanımda çıkarsan Eda.." dedi Ateş.

Eda, bir kalkan gibi taşıyordu bu çarşafı haftalardır, ikinci bir deri gibi. Kendini güvende hissetmesini sağladığından bazen yatarken bile çıkartmıyordu. Ama Ateş' in dediği doğruydu, en azından onun yanında çıkartabilirdi. Kafasını salladı. Ateş elinden tepsiyi alıp sehpaya koydu, yerine oturdu ve aslında çok da önemli değilmiş gibi yapmaya çalıştı, ama önemliydi. Yüzünü bile görmeden aşık olduğu kadını görecekti, delirmek üzereydi. Kahvesini eline aldı. Yudumlarsa belki yatışırdı.

Eda ise, terleyen ellerini çarşafa sürterek bir hamlede çarşafı üzerinden çıkardı. Elektriklenen saçları, kızaran yüzü ile kahvesini yudumlamaya çalışan Ateş' e bakmamaya çalışıyordu ama Ateş' in sesli yutkunma sesi ve sonrasında gelen öksürük, onu bakmaya mecbur bıraktı.

"İyi misin?" diyerek sırtına vurdu Ateş' in. "Hay Allah, su getireyim mi?" diye sordu. Ateş, rezil olduğuna mı yansın, ağzının, dilinin haşlandığına mı yansın, yoksa adı üstünde ya ateş olup mı öyle kendi kendine aşkından mı yansın bilemedi. Bu nasıl bir güzellikti.

Kafasını iki yana salladı Ateş.

"Yok yok iyiyim, sıcakmış birden ağzım haşlandı." dedi gülerek. Senin güzelliğinden boğulmadım yani dedi içinden sessizce, kendini ikna etmeye çalışarak...

Eda, sehpadaki kahvesine uzandı. Ateş, elinden olmadan kafasını yana çevirince Eda' nın saçlarından yasemin kokusu geldi burnuna. Cennet kesin böyle kokuyordur diye düşündü. Sonra, Eda' nın bunu fark etmemiş olmasını umarak kendine çeki düzen verdi. Eda ise, kahvesini düşürmeden götürmeye çalışırken içinden "sakin ol, sakin ol" diye telkinlerde bulunuyordu. İkisi de farkında değildi ama bir ipte iki cambaz gibiydiler. İkisi de ipi sallıyordu ve muhtemelen birlikte düşeceklerinin farkında değildiler...

Eda, yavaşça çekyata otururken, Ateş onu izledi. Ne garip, hiç hayal etmemişti saçlarını Eda'nın. Gözlerinin güzelliği bir yana, yüzünü hiç hayal etmemişti. Zaten bir insan Allah'ın yarattığı bu güzelliği kul aklıyla nasıl hayal edebilirdi ki. Bu kızın güzelliği bir insanın hayalinde bile tasarlayamayacağı bir boyuttaydı.

Yangınım [TAMAMLANDI] Where stories live. Discover now