4.6

9.8K 846 589
                                    

Sarı saçlı kız, tahminimce üç-dört yaşlarındaydı, babasının pantolonuna sıkıca tutunmuş kocaman gözlerle etrafı izliyordu. Etraftaki her şeye o kadar büyük bir ilgiyle bakıyordu ki, baktığı şeylerde bir tuhaflık mı var diye ben de kontrol ediyordum. Her şeye karşı çok meraklıydı ama korkuyor gibi babasının pantolonuna tutunuyordu. Hayatımın bir döneminde ben de böyle oldum mu diye merak ettim. Küçükken, bebekken ben de dünyanın ne kadar büyük olduğundan korkup babama, en azından pantolonunun kumaşına tutunmuş muydum yoksa hep beni korkutmuş muydu? Dünyanın büyüklüğü babamdan daha mı az korkutucuydu ki hiç tanımadığım birinin beni kurtaracağını düşünmüştüm? Hafızamı yokluyordum ama babamla bir küçüklük fotoğrafım ya da bir anım aklıma gelmiyordu.

Kaydıraktan kayarken düşmemem için eliyle beni yavaşlattığını hatırlıyordum. Muhtemelen sahip olduğum en eski anı buydu. Ve babamla tek güzel anım.

Kızın babası kızı kucağına alıp salonun başka bir köşesine ilerlemeye başlayınca kız babasına sarıldı ve gözleri beni buldu. Gülümsedim ve karşılık olarak gülümsedikten sonra utanıp kafasını babasının boynuna gömdü. Yutkunup gözlerimi onlardan çektim ve masamıza baktım. Seda, Taha'ya heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu ve Taha gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Emre gülümseyerek telefonuna bakıyordu ve kahvesini yudumluyordu. Yalnızlık hissini kahvaltı sonrası kahveyle doldurmak için ben de önüme döndüm.

"Nisan, biz sana neden Nisan diyoruz?" Seda'nın sorusuyla kahvemin boğazımda kalmaması için öksürdüm ve ona döndüm.

"Çünkü Nisan her şeye biraz gençlik ruhu katar." Emre kıkırdayarak konuştuğunda omzuna vurdum.

"Ne?"

"Bilmem, Nisa ismindense Nisan ismini daha çok seviyorum." Seda kaşlarını kaldırdı.

"O adam arkadaşım dediğin adam mı? Hani... Mert?"

"Mete." Taha'ya bakmamaya çalışarak konuştum. "Evet, ev arkadaşım."

"Büyük duruyor."

"Büyük çünkü." Sorulardan sıkılıp kahve bardağımı incelemeye başladım. Cevapları gizleyen melankolik kız olmak nefret ediyordum ama hayat tarafından bana başka bir şans verilmemişti. Bunu düşünürken bile melankoliktim, sikeyim.

"Arkadaşın." Taha konuştuğunda sonunda kafamı kaldırdım. "Çok tekin birine benzemiyor, tabii, tanımıyorum pek ama."

"Değil zaten." Tırnağım bacağıma battığında bu hissi unuttuğum için çığlık atmamak iççin dudağımı ısırdım.

"İyi."

"İyi."

"Haydi kalkalım." Emre elini omzuma koyduğunda masanın üstündeki çantamı aldım ve ayağa kalktım. Hesabı çoktan ödediğimiz için tek kolumu Emre'ye sarıp Taha'ya bakmadan masadan ayrıldım.

"Mete'ye söz verip, onu bırakıp buraya mı geldin?" Başımı olumlu anlamda salladığımda kahkaha attı. "Süper." Gözlerimi devirip hafifçe karnına vurdum. Sonra, elimin altında çok fazla kas hissedince bir daha vurdum.

"Hiç erimiyor mu bunlar?"

"Çalışıyorum canım. Seni tek el dumbbell olarak kullanırdım ama bana aşık olman senin için yıkım olur." Oldukça çirkin bir şekilde ağzını oynattım.

"Nereye gidiyoruz?" Restorandan çıktığımızda Seda ve Taha da bize de yetişmişti.

"Bize gelebilirsiniz." Emre konuştu. "Ev boş ve eve atacağım bir sevgilim yok ve hava çok sıcak."

***

Taha, Emre'nin milattan öncesinden kalma gitarının akordunu düzeltmişti ve bize çalıyordu, sesi de güzeldi. Emre saçlarımı okşarken ayaklarımı duvara yaslamıştım. Seda da Taha'nın karşısında bağdaş kurmuş, oturuyordu. Taha'nın parmaklarının gitarın telleri arasında hızlıca gidip gelmesini, parmaklarını tellere bastırmasını ve çekmesini izledim. Mete gelmeseydi ne olurdu merak ettim. Mete dönmeseydi şimdi gözlerimin içine bakarak çalardı gitarını. Bu beni mutlu eder miydi? Daha çok, bütün bunların nasıl biteceğini merak ediyordum. Mete'ye, Taha'ya, Emre'ye ne olacaktı? Görünüşe göre cevaplar için henüz erkendi.

Mete'nin Ağzından:

Yatağın çarşafını değiştirdikten sonra beklemeden uzandım. Pantolonumun cebinden sigara pakedini çıkarırken tavandaki şekle bakıp kaşlarımı çattım. Tavanımda yıldızlar vardı. Nisan'ın tavanı, gerçi. Sigaramı yakıp odada fark etmediğim başka bir şey var mı diye baktım. Tavanda yıldızlar vardı ve artık sigara ve etil alkol kokmuyordu. Daha çok Nisan'ın çiçek kokulu parfümü ya da şampuanı belki, her neyse. Alt kattan gelen belli belirsiz gitar sesine dikkatimi verdim. Emre miydi? Nisan da onunla mıydı? Onunla değilse neredeydi? Uzun boylu çocukla olabilir miydi? Başımı iki yana sallayıp yataktan kalktım ve aynaya baktım. Kendimi hiç olmadığım kadar yaşlı ve yetersiz hissediyordum.

Cüzdanımın içinden Açelya'nın fotoğrafını çıkarıp sigaramdan bir nefes daha aldım. O kazayı yapmasaydım, Efsun, Açelya'yı daha sıkı tutsaydı, ikisi de arka koltukta otursaydı hayatım nasıl olurdu sorusunu son zamanlarda daha sık sormaya başlamıştım. Başımı iki yana sallayıp bu düşünceyi kafamdan tamamen gönderdim ve salona geçip bardağıma içeceğimi doldurdum. Aslında içmeyi biraz azaltmıştım, doktorum böyle gidersem karaciğerlerimin iflas edeceğini söylerek beni tehdit ettikten sonra. Yine de hala çok önemli bir şey yoktu.

Düşünecek zamanım olmasından nefret ediyordum. Kendimi iğrenç biri gibi hissediyordum. Nisan'la normal bir şekilde tanışsak ve ikimiz de normal insanlar olsak, legal olduktan sonra yaşını önemsemezdim. Bunu önemseyecek biri değildim. Ama şimdi, her şeyi düğümlemiştim. İstediği gibi giyinmek ona yakışıyordu, üstündeki ne olursa olsun; saçları açık ya da kapalı olsun. Ama beyaz biraz daha yakışıyordu, sabah büyülenmiş gibi hissetmiştim. Ve o beni kandırmıştı. Emre'nin koluna girmişti ama o uzun boylu çocukla gitmişti. Şimdi adını hatırlamakta zorlanıyordum. Kendi kendime güldüm. Nisan'ın kendi göre biriyle olmasını tabii ki çok isterdim. Sadece şimdi yalnız hissetmiştim. Hayatımın çoğunda böyle hissetmiştim. Bazen şımarıklıktan, bazen gerçekten yalnız olduğumdan ama Nisan, son bir yıldır hayatımda bir hayalet gibi evimin içinde bu hissi önlemişti. Şimdi de eskiye dönmüştüm.

Üçüncü bardağı kafama dikip uyumak için tekrar odama geçerken duyduğum kahkaha beni durdurdu.

"Pantolonun yeni mi?"

"Tırmalamamışsın."

"Uzun zamandır bunu yapmamı gerektirecek bir şey olmadı."

Ne demek istediği gayet açıktı. Ben yokken çok daha mutluydu, belki çok geç olmadan yine gitmeliydim. Açıkçası onun mutluluğunu neden önemsediğimi bile bilmiyordum. Ellerimle saçlarımı karıştırıp aşağıdan gelen seslere biraz daha odaklandım. Aşağıda sadece Emre ve Nisan olmadığını söyleyebilirdim. İhtiyacım olan son şey Nisan'ın başka birinden hoşlanmasından rahatsız olmaktı ama fazla düşünmeden kendimi kapıda bulmuştum bile.

Ayakkabılarımı ayağıma geçirip alt kata indiğimde kapıyı mı çalmalıyım yoksa dışarı çıkıp kendime mi gelmeliyim diye düşünüyordum. Kapıyı çalınca da ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerimle saçlarımı dağıtıp düşünmeye çalıştım ama bu konuda da pek başarılı değildim. Başımı iki yana sallayıp binadan çıkmak için aşağı ineceksen kapıya aşırı yaklaşan sesler beni durdurdu. Kapı açıldığında tam karşılarında duruyordum. Kapıda sabah gördüğümüz kız duruyordu, adını bilmiyordum. Koridorda beyaz elbiseyle Nisan duruyordu. Elleriyle saçlarını düzeltip kafasını kaldırdığında beni gördü. Evdeki bütün ses böylece tamamen kesilmişti.

"Mete." Emre tiz bir sesle konuştuğunda ona gülümsemeye çalıştım. Uzun oğlan, Nisan'ın arkasında duruyordu ve bana baktığını biliyordum. Beni rakip olarak görmesi komikti. Çünkü Nisan'ın gözlerine baktığımda bir rakibim olmadığını biliyordum.

"Nisan?" Benimle gelmesi için elimi uzattım. "Dışarı çıkacağım, benimle gel." Başını eğdi, eli elbisesinin eteklerinden çıplak bacağını buldu ve tırnaklarının tenine değdiğini gördüm. Birkaç saniye bile geçmeden kafasını kaldırdı. Gözlerini okumak benim için her zaman çok kolay olmuştu. Gözleri dolmuş ve burnu kızarmıştı ama kaşları inatla çatıktı.

"Gelemem." Birazdan ağlayacak gibi duran birinin sözleri değildi.

"Fikrini sormadım."
***

İsteyince verebildiğiniz oyları görünce üzülsem mi sevinsem mi bilemedim... Ama alıştım bile, artık öyle oylar almadan bölüm atacağımı hiç sanmıyorum, yine de, ticaret yapmadığımız için oy sınırı çok saçma geliyor. Öptüm hepinizi kocaman 💛🐣

Petty | Daddy IssuesWhere stories live. Discover now