42//Tek Çözüm İsyan

5.4K 992 312
                                    

Günaydın👋🏻👋🏻

O kadar çok karnım ağrıyor ki, yayınlayıp gideceğim hemen😣😣

İyi okumalar dilerim~~

.............

    Taehyung

    Sanki uzun yıllardır uyuyormuşum gibi, zihnimin açıldığını hissettiğim ilk anda, farkına vardığım ilk şey tüm bedenimin uyuştuğuydu. Hafifçe kaşlarımı çatarken, yattığım yerde hareket etmeye çalıştım ancak sırtımda hissettiğim yoğun acı, dişlerimi sıkarak hareketlerimi sonlandırmama sebep olmuştu. 

Neden sırtımın bu kadar acıdığını bilmiyordum. Tamam, gece çok kez attan düşmüştüm ama hiçbirinde bu kadar canımı yakacak bir yara almamıştım. Gözlerimi açtığım ilk an Jeongguk kendimi yaraladığım için beni öldürecekti. Kesinlikle, bunu yapacaktı. Art arda düşüşlerimde bile ne kadar endişelendiğini gözlerinde rahatlıkla görebilmiştim. Bir de sırtımın bu kadar acıdığını öğrenirse, sakin kalması pek mümkün değildi. 

Zihnim pusluydu. Ne zaman geceyi sonlandırıp çadıra geri döndüğümüzü bile hatırlamıyordum. Sanki at binmeyi öğrendiğimiz o andan sonrası, silinmiş, yok olmuş gibiydi. Hem, onu bunu geçin de, sonbahara çoktan girmemize rağmen bu çadır neden bu kadar sıcaktı? Ayrıca ben neyin üstünde yatıyordum? Kaya gibi sert bir yüzeyde uzanıyormuş gibi hissediyordum.

"Şş, sessiz olun! Uyanıyor." İlk başta uyanmama sebep olan o fısıltılardan birini daha duyduğumda, gözlerimi aralamaya çalışırken elimi yattığım yere yaslayarak doğrulmaya çalıştım. Bizimkiler beni uyandırmaya mı gelmişti? Belki de Jeongguk... Ama hayır, bu onun sesi değildi. 

Yeniden tekrar etmek istiyordum çünkü elimi yaslayınca gerçekten sert bir zeminde uzandığımı fark etmiştim. Ben nerede yatıyordum? 

Gözlerimi kırpıştırarak aralayıp, doğrulmamla ciddi manada acı verecek kadar sızlayan sırtımla inledim istemsizce. Zayıf gözükmek hoşlandığım bir şey değildi ama canım gerçekten çok yanıyordu. Birkaç defa attan düşmenin bu derece can yakacağını kim tahmin edebilirdi ki! 

"Prensim, kendini zorlamayın lütfen. Henüz yeterince iyileşmediniz." Bu sesi tanıyordum. Namjoon'du konuşan ama onun burada ne işi vardı ki? Ayrıca, ne yarasından bahsettiği de büyük bir merak konusuydu. Yaralandığımı hatırlamıyordum. Attan düşünce bir yerimi falan mı kesmiştim acaba? 

Tüm bu düşünceler arasında gözlerimi son bir güçle tamamen araladığımda, beklediğim gibi bir haftadır kaldığımız çadırda değil de, yeniden daracık bir mağara odasında olduğumu fark etmiştim. İçeride yanan mumlardan ötürü loş bir aydınlık vardı. Bir de benim dışımda üç kişi daha... 

Hala buğulu gören gözlerimle içerideki tanıdık yüzlerin üstünde bir gezintiye çıktığımda, ilk durağım kenarda yere koyduğu bir şeylerle uğraşan Seokjin hyungdu. Üstü başı neden olduğunu bilmediğim bir şekilde toz toprağa bulanmış, kıyafetinin kol kısmında derin bir yırtık hüküm sürüyordu. Ayrıca, henüz fark ettiğim bir şeyde, yerdeki eşyaların nelerden oluştuğuydu. Tıbbi malzemelerdi hepsi. Bitmek üzere olan bir sargı bezi ve çeşit çeşit merhemler vardı. 

Gözlerimin ikinci değindiği kişi, kenarda duvara sırtını yaslamışken elindeki kılıcı bileyen ve gözlerini üstümden bir an bile çekmeyen Min-ho'ydu. Pekala, onun varlığı işleri daha da ilginçleştirmişti çünkü şu an burada bulunan kişilerin birbirlerine yakın olduklarını hiç sanmıyordum. Bizi bir araya getiren bir şey olmuş olmalıydı. Tanıdık karargahtan uzakta, izbe bir mağarada bir araya gelmemize sebep olacak bir şey...

contrarian omega and the prince alpha Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin