46//Prens Taehyung'un İsyanı

6.3K 998 462
                                    

Tünaydın👋🏻👋🏻

Geç kaldım birazcık ama upuzun bir bölümle geldim. Tamı tamına 4000 kelime!

Umarım okurken sıkılmazsınız ve unarım düzgün yazmışımdır çünkü ufak birkaç sıkıntı çektim yazarken rkxnkxnrj

Bölüm çok uzun ve kontrol etmeye hiç fırsatım olmadı. Yazım hatalarını bulmak için sizinle birlikte okuyacağım, dikkatimden kaçabilir beni uyarabilirsiniz öyle bir durumda🤗

İyi okumalar dilerim~~

..............

Taehyung

Jung Sürüsünü Kim Sürüsüne bağlayan sınır dağlarından birinin eteğindeydik. Hoseok'un da içinde bulunduğu, sürünün en iyi ve en sadık askerlerinden oluşan elli kişilik birliğimizle, geceyi burada geçirmeye karar vermiştik. Aslında bana kalsa hiç mola vermek istemiyordum ama bu sefer yalnız olmayışım, beni zorluyordu. Hoseok şu anda abimin söylemleri tarafından beyni yıkanmamış askerlerine ayrı bir özen gösteriyordu.

Konakladığımız yerde aralıklarla yaktığımız ateşlerin başında herkes yemeklerini yerken, ben sırtımı bir ağacın gövdesine vermişken elimdeki Jeongguk'un bana verdiği ilk bıçakla bir tahta parçasını yontmakla meşguldüm. Kılıç kullanmaya geçtikten sonra bu bıçağı o kadar sık kullanmamıştım ama şimdi Jeongguk'tan bana kalan her şeyi değerlendirmeye özen gösteriyordum.

Belki Yoongi ya da Jeongguk'un bizzat kendisi burada olsaydı, ikisi de bana çok kızardı çünkü akşam yemeği yememiştim. Boğazımdan kendimi zorlayarak olmadığı sürece tek bir lokma bile geçmiyordu, yalnızca hayatta kalmak için yemek yiyordum. Tek yaptığım, bir köşede öylece oturmak ve kendimi oyalayarak düşünmekten ve hala sızlayan sırtımın acısından sıyrılmaya çalışmaktı.

Başkente doğru yola çıktığımızdan beri üç gün geçmişti. Jeongguk'tan ayrılalı ise yedi gün olmuştu. Ona olan özlemim geçirdiğim her gün, her saat, her dakika ve her an katlanarak artıyordu. Sürekli boğazımda bir yumruyla dolaşıyordum ve her ne kadar kurtulmaya çalışsam da, tüm çabalarım sonuçsuz kalıyordu.

Onu bulduğumuzda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacağımı hissediyordum ve bu düşünceyle ruhsuz bir şekilde gülmeme engel olamamıştım.

"Yine hiçbir şey yemedin." Yaslandığım ağaç gövdesinde, gözlerimi gelişigüzel yonttuğum tahta parçasından kaldırıp karşıma oturan bedene baktım. Hoseok, büyük ihtimalle akşam yemeğini bitirmiş, askerlerinin durumunu kontrol etmiş, daha sonra ise yanıma gelmişti. Karşımda bağdaş kurup geriye doğru yaslandığında, kısa bir iç geçirip elimdeki tahtaya geri döndüm.

"Aç değilim." Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra konuştuğumda, sanki çok komik bir şey söylemişim gibi gülmüş, "Tanıştığımızdan beri mi? Dört gündür seni doğru düzgün bir şeyler yerken görmedim bile!" demişti sitemle. Yoongi'yle dost olmamızın, onun bana olan tavırlarına etkisinin büyük olduğunun farkındaydım. Yoongi iç işlerimize karışamayacağını söyleyip Jung Konağında kalacağını belirttiğinde, biz ayrılırken beni Hoseok'a emanet etmişti.

Ne kadar bunun biraz abartı olduğunu düşünüyor olsam da, ona kızamıyordum. Açılan yaramla ilgilenirken zaten fark etmiştim ne kadar endişeli olduğunu, bu yüzden çabalarına karşı çıkmak bana düşmüyordu.

"Gerçekten, aç değilim. Aç olduğumda bir şeyler yiyorum zaten." Onu geçiştirmenin yeterli olmadığını fark ederek yaptığım açıklamaya karşı, başını iki yana sallamıştı. Daha sonra ise kahverengi gözleriyle gözlerimin içine bakarak, "Yüce Omegamızı bulduğumuzda ona söyleyeceğim ilk şey, kendinize hiç dikkat etmediğiniz olacak. Belki o sizi azarlarlar da kendinize gelirsiniz." demişti meydan okuyan bir tonda.

contrarian omega and the prince alpha Where stories live. Discover now