56: Annem doğuruyor Kebapçı Reis.

38.4K 2.4K 627
                                    


Merhabalaaar!

Kendimi fortmanto gibi hissettiğim şu günlerde, yazdığım bu bölüm bir wattpad yazanı klişesi olarak YGS'ye giren beybilerim içindir. Umarım hepiniz istediğiniz yerlere gelirsiniz! Allah emeklerinizi boşa çıkarmasın, hak ettiklerinizi misli ile versin. Gerçi bu bana denince Allahım hak etmiyorsam da lütfen olsun diye dua ederim. Gönlünüzden geçenler gerçek olur inşallah. Ha oldu da, olmadı. Dünya'nın sonu değil. (Biri bana bunu deyince de sinir oluyordum ama cidden sonu değil) Çünkü Dünya'nın sonu Arjantin'de. E he. Çok komik.

Ben size güveniyorum, en iyisini yaparsınız siz!

Sizi seviyorum, öpüyorum ve teşekkür ediyorum. (Şimdiki zaman ağlıyor)

Adios!!

***

YEŞİL

Bay Okaliptüs'ün varlığını 10.yaş günümde fark ettim.

10.yaş günümü ailecek kutluyorduk ve babamın her sene hiç şaşmadan alıp, sanki beni prenses olduğuma inandırmak istermiş gibi her defasında üzerine "İyi ki doğdun prenses." yazdırdığı pastamın tam olarak prenses yazan şekerini yediğimde. O zamandan anlamıştım ben hiçbir zaman prenses olamayacaktım. Çünkü prenseslerin dişleri tam o kısmı yerken düşmezdi. Aslında prenseslerin dişi hiç düşmezdi. Sanki onlarınki zamkla yapışmıştı da, bir benim dişim yerinden çıkıyordu.

Tam olarak bunu düşünürken içimden bir yerlerden bir ses "Prenses olamıyorsak biz de ejderha oluruz, prensesleri Yiğit'in etrafından kaçırırız." dediğinde önce bir sen kimsin diye seslenip sonra bu mucizevi şeyi keşfettim. Bay Okaliptüs'ü. İstediğimi düşünebiliyordum, istediğim şekilde kendimi yargılıyor, istediğim kadar konuşabiliyordum. Kimse bilmiyordu, karışamıyordu. Annem bile.

Tabi o zaman ona bir isim koymak aklıma gelmedi. Daha sonra; 18.yaş günümde tam prenses yazısının prens kısmını yeyip, es kısmı kalmışken dişimi kırdığımda bir prenses olamasam da Dünya'da bana ait bir prens olduğunu ve bunun bana Allah'ın dişlerim aracılığı ile verdiği bir mesaj olduğunu düşündüm. Bay Okaliptüs'e ismini koyduğumda tam olarak bir dişçi masasında oturuyor, yaptığı işlemler bademciğimi gıdıklarken bir yandan da laf sokuşturan babamın kuzeni Yalın abiye uyuz oluyordum. Gözlerim ile yan tarafımdaki saksıda duran yeşilliklere bakıyor, ve içimden saydırmaya devam ediyordum. Sanki yeşillikler de ben Yalın abiye saydırdıkça bana cevap vermek istermiş gibi hareket ediyordu. Açık camdan esen rüzgar buna sebebiyet vermiş olamazdı. Kesinlikle o küçük yeşillikler beni duyabiliyordu.

Pamuğu dişimin önüne tıkayıp "Artık nasıl hevesli yediysen pastayı Allahtan bir tanecik diş ile yırtabilmişsin." diyen Yalın abiye, benden hiç beklenmeyecek bir hareket olarak, annem de beni biliyordu ki Yalın abinin omzundan kaşlarını indirip kaldırıyor sessiz ol işareti yapıp duruyordu, konuştuğu mevzuyu görmezden geldim ve şunu sordum: "Şu bitkinin adı ne?"

"Neden akrabalığın var mı diye mi araştıracaksın?"

Öyle bir bakış atmıştım ki, eminim ki aklımdan geçen "Senle olmasaydı da, otlar bana akraba olsaydı keşke!" cümlesini anlamıştı ve sırıtışını silerken "Okaliptüs." demişti.

"Böyle Okaliptüs mü olur?" demiştim. "Hani bunun koalası?"

Saksıyı gidip almaya, gelip suratımın yanına tutmaya hiç üşenmemişti. Ben olsam ucunda ne kadar büyük bir laf sokuşturma dahi olsa oradan oraya gidip uğraşmazdım. Yarı yolda sıkılır, geri dönerdim. "Bir sarıl da bakayım," demişti. "Bende okaliptüslerime bir koala arıyordum, senden iyisini mi bulacağım? Al senin olsun!"

Doğuştan RahatWhere stories live. Discover now