SİYAH GÜNEŞ KOLONİSİ!

1.1K 65 11
                                    

Gözlerimi rahatsız eden ışıkla açtım. Yüzümü buruşturdum ve nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Hala arabadaydım ve her yerim tutulmuştu. Daha sonra beni rahatsız eden ışığın güneş olduğunu anlayıp dudaklarımda yorgun bir gülümseme belirdi. Tanrım! Kesinlikle Yer Altı Şehri bana göre değildi.

Gözlerimi arabayı süren David'e kaydı. Uyumadığım zamanki gibiydi... Değişiklik olarak gözleri altın sarısı rengini almıştı. Bunun nedenini anlayamayarak kaşlarımı yukarıya kaldırdım. 

Uyandığımı sezmiş olmalı ki buruk bir gülümsemeyle bana döndü. ''Günaydın, uykucu.''

Ben de onun gibi gülümsedim. ''Günaydın. Ne kadardır uyuyorum?''

David'in buruk gülümsemesi tam bir gülümsemeye dönüşürken onu izliyordum. ''Neredeyse on altı saat.''

Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Birkaç kez kırpıştırdım. ''Oha!''

David tepkime kahkaha atarken ''Peki, ne kadar kaldı?'' diye sordum uykulu sesimle.

David kahkahasını kesip dudaklarını buzdü çocuklar gibi. Tanrım! Çok tatlı! Şuan onu öpmemek için büyük bir savaş içerisindeyim. ''Hmm... Sanırım gelmek üzereyiz.''

Gözlerimi zorlukla ondan çektim. Merakla camdan bakınca ormanı görmem bir oldu. Ne yani? Her yer ağaçlarla kaplıydı ve biz bu ağaçların arasındaki bir yoldan ilerliyorduk. Nasıl gelmek üzere olabiliriz ki?

Başımı hızla David'e çevirmemle acı bir şekilde çığlık attım. David ise çığlığımı duyar duymaz meraklı ve sanırım korkulu gözlerle bana bakmaya başladı.

Boynumu ovalayarak ''Tanrım, boynum tutulmuş. Sen önüne bak. Kaza yapıcağız.'' diye mırıldandım.

David kaşlarını çatarak önüne döndü. Bir müddet sessiz kaldık. Ne kadar bu şekilde durduğumuzu bilmiyorum ama karşımıza sırasırla tek katlı evler çıkmaya başladı. Pek fazla sayılmazdı ama gerçektende gösterişliydi.

Ah! Bir an böyle bir yerde David ile yaşamayı düşündüm. Sadece ikimiz... Ama şuan bunu düşünmek için uygun bir zaman değildi. Jack belası peşimdeydi ve intikam istiyordu.

Sıkıntıyla nefes aldım. Sonunda araba durduğunda sabırsızca David'ten önce arabadan indim. Karşımda dört bir yanını ağaçlar kaplamış küçük iki katlı bir ev duruyordu. Kahverenginin ve siyahnın karıştığı bu ev gizem doluydu. Hani olur ya, küçük çoçukların yaşadığı mahalle de yıkılmış ve hayaletli diye söylenen bir ev olur. Çocuklar da hep macera için oraya giderler. Korkuyla ve merakla... İşte şuan bu eve karşı bunu hissediyordum. Evet, tam anlamıyla buydu hissettiklerim.

Belimdeki bir elle irkilerek hafif sıçradım. Soluma dönüp belimdeki elin sahibine baktım. O ise elini çekti ve önden ilerleyip kapıyı açtı.

Ben daha neler oluyor demeden eve girdi. Düşünün! Beni orada öylece bıraktı! Odun! İnsan beni eve davet eder.

Sinirle eve girdim. Çevreme ufak bir göz gezdirdim. Yer Altı Şehri'ndeki ev gibiydi neredeyse ama daha sade.

Bunları umursamayarak David'in nerede olabileceğini düşündüm. Etrafıma sinirle bakınırken hayal kırıklığıyla evi kendim gezmeye karar verdim. 

Adımlarımı hızlandırarak evi turlamaya başladım. İlk girdiğim yer mutfaktı. Tanrım! Bu mutfakla evlenebilir miyim? Çok ama çok güzeldi. 

İstemsizce yüzümde bir gülümseme oluşurken karnım gururdadı. Ne zamandır yemek yemiyordum bilmiyorum ama çok acıktığım kesin.

''Neden hem gülümsüyor hem de kaşların çatık?'' Sesle arkama döndüm. David'in tek kaşı kalkmıştı. Gözleri hala altın sarısı rengindeydi. Çok dikkat çekiciler!

DİBE BATMIŞWhere stories live. Discover now