Bölüm 4: Siyah ve Beyaz

938 218 808
                                    

Selam gençlik, nasılsınız? Biz hala nezle devam ediyoruz. Tatilde bol bol ders çalışın. Derslerinizi ihmal etmeyin. Hadi iyi okumalar. Bol yorumlar. Şu paragraf arası yorumları eksik etmeyin. Siz oralara yorum atınca mesela hoşunuza gidip gülüyorsunuz falan ya. Bana daha çok ilham geliyor.

Verdiğimiz her karar doğru olmak zorunda değildi. Bazen hata etmeliydik. Yanlış kararlar vermeliydik. Eğer şu saçma hayatta nefes alıyorsak eksiklerimiz olmalıydı. Geriye dönüp baktığımızda keşke demeliydik ama bazı şeylerin asla geri dönüşü yoktu. Ölüm gibi.

İnsanoğluyuz hepimiz. Yapmam dediğimiz her şeyi yapar, katlanamam dediğimiz her şeye katlanır, kabullenmem dediğimiz her şeyi kabullenir, yoruldum artık yeter dediğimiz yerde aslında bir de bakmışız ki koşuyoruz.

Benim hikayem asıl şimdi başlıyordu. Şimdi diyordum işte yapmam diye ama yapacağım. Katlanamam dediğim her şeye şimdi katlanacaktım. Kabullenmem dediğim bir çok şeyi kabullenecek, yoruldum derken koştuğumu fark edecektim.

Babamın cümleleri üzerine odama çıkıp uzun uzun düşünmüş, siyahı ve beyazı ayırt etmekle uğraşmıştım. Uzunca bir süre sadece siyahın siyah olduğunu; beyazın da beyaz olduğunu görmüştüm. Bir güne dek ben, Balım Türkmen, beyazlar içinde bir hayat sürmüştüm.

Hayat kolay, yaşanılabilir, çekilir, dertsiz tasasız... Aslında tam da böyle değil sisto, dert herkesin omzuna göre verilirdi. Bunu kabul ediyordum sadece ve bu sebepten dolayıdır ki, ne olursa olsun yılmayı bilmezdim.

Kendimi Gülçiçek teyze ve Tahir Adanalı amcamın yerine koyduğum zaman ise aslında dertlerimin ne kadar saçma olduğunu görmüştüm. Gerçekten saçmacaydı. Çünkü evlat acısı çok zor bir durum olsa gerekti diye düşünüyordum. Nereden bilebiliyordum bunu?

Bakın size bir şey anlatayım. Benim bir tane, canın ciğerim halam var. İsmi Mısra. Çok severim kendisini. Çok küçüktüm o zamanlar daha, onlarda kalmıştım. Üç tane kuzenimle beraber dördümüze salonda yer yatağı hazırlamıştı. Masal anlatmasını istemiştik, anlatmıştı.

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ücra ülkelerin birinde bir erkek çocuğu yaşıyormuş. Kıt kanaat geçinen bu ailenin çocuğu lisede çok aşık olmuş. Sonra sevdiği kız ondan ayrılmak istediğini söylemiş ve ayrılmışlar. Gel zaman git zaman, çocuk kızı bir türlü unutamıyormuş. Öyle yapmış, böyle yapmış aklından ve kalbinden çıkartamamış. Bir akşam gariban annesini ve ablasını evde bırakıp arkadaşlarının yanına gitmiş. Arkadaşları pek düzgün insanlardan değillermiş. Çocuğa kötü şeyler vermişler. 'Al,' demişler, 'iç bunu, içersen unutursun.'

Çocuk hiç düşünmeden alıp içmiş. Sonraki her akşamlarda gidip o şeyden içmiş ama ne kızı unutabilmiş, ne de o illet şeyden kurtulabilmiş. Zaten durumları iyi değilmiş. Annesinin ne kadar parası varsa hepsini bitirmiş. Okulu bırakmış. İşi bırakmış. Ne eve bakıyormuş, ne ailesine. Günler günleri kovalarken çocuk bir gün bir kuruş para dahi bulamamış. O içtiği şeyden almak için aldığı kişilere gidip yalvarmaya başlamış. Kötü adamlar bir gün vermiş, iki gün vermiş ama artık yeter demişler. Ve paralarını istemişler. Ama çocuğun hiç parası yokmuş ki, verememiş.

En sonunda kötü adamlar bir kere daha illet şeyden vermişler çocuğa ama sonrasında çocuğu dövmüşler, dövmüşler, dövmüşler. Çocuğu baygın haldeyken gidip köprünün altına atıvermişler. Çocuk orada hep içtiği illetten, hem dayak yemekten, hem açlık ve susuzluktan, hem de soğuktan dolayı nefes alamaz olmuş.

Çocuğu ailesi ve arkadaşları polisle beraber arayıp taramışlar. Bulmuşlar bulmasına ama çocuk artık nefes almıyormuş. Annesi hasta olmuş, ablası hasta olmuş, babası zaten yokmuş. Annesi yıllarca içinde bu acıyla hayatına devam etmiş ama her seferinde, 'Ona bir şey olacağına keşke bana olsaydı,' deyip ağlamış.

Adam OlWhere stories live. Discover now