Bölüm 52: Bize Finaller Yakışır (Part 1)

476 61 488
                                    

Final iki part olarak yayınlanacak en kısa sürede diğer bölümü de atacağım. Bu esnada duygu ve düşüncelerinizi yazarsanız çok sevinirim.

Vücudumdaki tüm sıcaklık kanımla beraber boğazımdan yukarıya hücum etmişti sanki. Orada öylece birikerek bedenimi bu sıcak havada buz gibi bırakırken başım, yüzüm, kulaklarım, tamamıyla yanıyordu.

Sebebi belli değil miydi?

Belliydi.

Demir Han, aylardır görmediğim ve beni altı gün habersiz bıraktıktan sonra bir daha bir kez olsun beni aramayan o adam, tam karşımda oturmuş, limon sarısı lacostesini kendine yakıştırmıştı.

Masanın altını gördüğüm kadarıyla altında lacivert bir bermuda vardı, bir bacağını diğerinin üzerine atmış, sırtını sandalyeye yaslamıştı. Ben ona bomboş baktığımı ve fakat aslında içlerinde ne çeşit duygu taşıdığını bilmediğim gözlerime kollarını bağlayarak kendinden emin bir ifade sundu. Biraz sonra kendimi toparlayıp Çağatay'ın az önce benim için çektiği sandalyeye oturdum.

Boğazımı temizleyip ne yapacağımı bilemezken ellerimi stres anında çok kullandığım için dizlerimin üzerine koydum. Tek kaşını kaldırdığını gördüğümde bakışlarını takip etme isteği duydum çünkü tam olarak göğüs hizama bakıyordu. Biraz, belki kısmen üzerimdeki saks mavisi büstiyer yakası üçgen açık olduğu için göğüs dekoltesi veriyordu ve Demir Han, gitmeden önce en son oradan öpmüştü.

"Evet," dediğimde sesim beklediğimden daha kısık çıkmıştı ve titremesine mani olamamıştım. Keza, zaten her yerim titriyordu.

"Nasılsın," dedi o benim aksime dinç bir şekilde, "Görüşmeyeli epey oldu."

Tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım. "Evet," dediğimde ben de kollarımı bağlayıp arkama yaslandım. Buz gibi ellerim soğuk terler döküyordu. "Uzun zaman oldu." Başını ağır ağır salladı.

"Yaklaşık üç ay," dedi etraftan birisi ama gözlerimizle birbirimizi adeta yer gibiydik o yüzden sese odaklanmadım ya da hayali sesler duyuyordum.

"Ben iyiyim," derken ellerini birleştirip dirseklerini masaya koydu, "Sen nasılsın asıl? Kafandaki soru işaretlerin azaldı mı, yoksa üremeye devam mı ediyor?"

"Neymiş aklımdaki soru işaretleri, söyle de ben de bileyim."

"Sen gayet iyi biliyorsun." Sesi itiraz istemez der gibi çıkmıştı.

"Biliyorum."

"Niye soruyorsun o zaman?" derken birden sesimi yükselttiğimi fark ettim. "Çok merak etseydin şayet beni arar sorarsın." Sonra kendimi dizginlemem gerektiğini düşünüp derin bir nefes aldım.

Alay eder gibi bir gülüş sesi çıkarken dudakları sağa doğru kıvrıldı. Kaşlarını kaldırıp baygın bir bakış attı. "Hiç merak etmedim evet," yutkundum, ya da yutkunmaya çalıştım, "Merak edeceğim bir şey yoktu çünkü ortada." Çok fena bozulmuştum. Öyle böyle değildi hem de. Ağlamak üzere boğazıma gözyaşı teknesi gelmiş, yumru halini almıştı. Kalbimin atışı o yumrunun üzerindeydi.

"Öyle mi?" dedim ama sesimi asla güçlü tutamıyordum. Ağlamak üzereydim. Sarılmak, kokusunu içime çekmek hatta öpmek istiyordum. Bir şekilde nefesini tenimde istiyordum.

"Öyle," deyip duruşunu dikleştirdi, "Çünkü her gün Çağatay bana bir şekilde haberini veriyordu." Hain Çağatay, bok Çağatay. "Bizim konakta çalışan Recep abi var, beni de çok sever. Halimi görünce dayanamadı, seni aramam için telefonunu verdi babamdan gizli ama seni arayamayacağımı bilmiyordu. O yüzden Çağatay'dan haberini aldım."

Adam OlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin