Bölüm 48: Demir'dendir Han'ın

747 76 4.3K
                                    

Öncelikle size söylemek istediklerimi lütfen okuyun. Perşembe, cuma, cumartesi günü üç gün kız kardeşimin düğünü var. Öncesinde annemin evinde temizlik var. Düğünden on gün sonra benim çocukların sünneti var. Bölüm yazmaya gayret edeceğim ancak öyle yoğun geçecek günler var ki önümde anlatamam. Sünnet 8 Eylül tarihinde hepinizi beklerim. Öskdbdbsj. İşte sonra anca herhalde bölüm tamamlanmış olur çünkü dediğim gibi nefes almaya vaktim olmayacak.

Çok uzun bir bölümle geldim zaten. Sindire sindire okuyun. Bol gülmeli Demir Han ve Balım içeren bir bölüm. Güzel okumalar.

Yorumsuz paragraf bırakmıyoruz.

Bölüm 48: Demir'dendir Han'ın

Önümde büyük bir barikat vardı. Öyle büyüktü ki, karşı tarafı göremiyor, sesimi duyuramıyordum. Oradan sesler geliyordu, duyuyordum. Bana sesleniyorlardı. Adımı defalarca kez haykırıyorlardı. Arada bir susup bir kaç saniye dinlendikleri zaman ben onlara bağırıyordum ama benim sesimi duymadıklarına kalıbımı basardım. Duysalar nerede olduğumu sormazlardı. Çok kalabalık bir grup beni bekliyordu ama beni bulan yoktu.

Arkamdan farklı bir gülme sesi işitmeye başladığım zaman kafamı oraya çevirip çirkin sesin kime ait olduğunu anlamak istiyordum. Arkamda kapkaranlık bir orman vardı. Ormandan başka bir şey görünmüyor, bir kıpırtı olmuyordu. Ayın ışığı sadece devasa ağaçların uç kısımlarını gösteriyordu.

Beni rahatsız eden sesi susturmak için ormana adım atıyordum ve fakat bir kaç adım sonunda ayaklarım çamurlar içinde kalıyordu. Bataklığın içinde olduğumu o an fark ediyordum. Ben battıkça çirkin gülme sesi artıyordu. Ona eşlik eden bir kaç ses daha duyuluyordu ormanın derinliklerinden. Kalbimin ağzıma kadar gelip damaklarımın arasında attığını hissettirecek kadar ürkütücü o seslere kulak vermemeye çalışsam da her seferinde o ses yükseliyordu. Çırpınmıyordum, çırpınamıyordum. Kollarım ve bacaklarım görünmez bir iple bağlanmış gibiydi. Öylesine hareketsizdim ki, nefes dahi almadığımı fark ediyordum.

Kafama kadar bataklığa daldıktan sonra tekrar bana seslenen kişilerin sesleri beynimin içini talan etmeye başlıyordu. Çırpınmak istiyordum ve fakat bir işe yarayacağını düşünmediğim için vaz geçiyordum. Tekrar gülme sesleri doluyordu kulağıma, ağlamak istiyordum. Burnuma kadar battığım bataklığın içinde ölüp gideceğimi bana hatırlatan zihnime itaat etmekten başka çarem kalmıyordu. Ölüyordum, saniye saniye dibe çekiliyordum. Sesler kesilmiyordu. Aksine, aynı sesleri aynı anda duymaya başlıyordum.

Çirkin gülüş seslerine adımı yalvarır gibi çığıran sesler ormandan ve arkamdaki barikatın ilerisinden gelip havaya karışıyor, kulaklarımı baltalıyordu. Ellerimi kaldırıp kulaklarımı kapatma isteğimi bile yapamıyordum. Allah kahretsin, istediğim hiçbir şey olmuyordu.

"Ne güzel yedi benim kızım kahvaltısını," dedi annem üç yaşındaki beni sever gibi. Kaşlarımın ucunu kaldırıp melül melül baktım.

"Minik bir yaratıktan ibaret değilim anne." Ayakucumun olduğu tarafta ayakta dikilen Demir Han yandan yandan gülüyordu halime. Sabah sabah herkes odama doluşmuştu. Başım ağrıyordu ama mutluydum. 

Bir hafta boyunca gördüğüm rüyaların beni en çok etkileyenlerinde top on listesinin başına geçmiş o bataklık rüyası bana zihnimin bir oyunu değildi. Önümdeki barikatı aşamıyordum, bana verilen ilaçlar yüzünden. Önüme konan barikat yüzünden adımı haykıran bu odadaki insanlar beni bulamıyorlardı. Sefer ve adamları karanlık işlerinin içinde halime ancak gülüyordu.

Demir Han'ın yüzüne saniyelik bakıp bakışlarımı diğerlerinde gezdirdim. Son kişilere doğru gittim ve ortaya doğru tekrar döndüm.

"Bakın ben iyi değilim," dedim hepsi bana gülümserken, "Beynim eski düzeni kuramadı hala hayaller görüyorum."

Adam OlWhere stories live. Discover now