Bölüm: 6 Delikanlılık Kitabı

861 206 869
                                    


#delikanlılıkkitabı

Selam gençlik. Nasılsınız? Demir Han bebeğimi ve Balım bebeğimi kimler özledi? Suskun da bayağı suskun oldunuz diye buradan bölüm attım. Umarım yorumları çoğaltırsınız da ben de sıklıkla bölüm atarım, ne dersiniz? İyi okumalar.

İntikam, korkakların işiydi. Yüreğinde cesaret taşıyan insanlar intikam almak yerine hayatın onlara gösterdiği yoldan yürürlerdi. Bence en doğrusu buydu. Siz siz olun, birisinden intikam almak için uğraşmak yerine hedefinize odaklanın. Unutmayın, intikam korkakların işidir.

Çünkü keser döner, sap dönerdi. Ve bir gün devran öyle bir dönerdi ki, aklınız ve hayaliniz şaşardı. Olmaz dediğiniz her şey, ilahi adaletin gücüyle öyle bir olurdu ki, vay amk dedirtirdi kendine. Nereden mi biliyordum? Biliyordum işte. Size en başında da söylediğim gibi, bazı insanlar, intikam almakla uğraşırken hayata geç kalırdı. Ve ben kaybetmekten nefret eden bir insandım. Kaybetmemek adına hayatıma hep az şeyler alırdım. Hayatı geç kalarak kaybetmek istemiyordum. Ve bir kere bir şeye benim dediysem o şeyden vazgeçmek benim lügatımda yoktu.

Spor salonundan çıkarken arkasına baktığım Demir Han Karadağlı havalı bir yürüyüşle kapıya gitti ve kapıyı açıp dışarıya çıkarken yüzüme alaycı bir şekilde güldü. İntikam mı alacaktım? Asla. Aksine. O bu işi bir şekilde biliyordu. Bu kulübe girecekti. Bu kulübün üyesi olacaktı. Liseler arası okçuluk turnuvasındaki madalya bizimdi. Almadığım madalyayı kaybetmemek için elimden geleni yapacaktım. Ve Demir Han, onu da bu kulübe kazandırmak, hatta buraya bağlamak için çaba sarf edecektim.

Hedefleri olmayan insanlar bu hayatta hep başarısız olurlardı.

Hedefim, Demir Han Karadağlı'nın ne yapmak istediğini ve neden böyle olduğunu öğrenmekti.

"Toparlanın," diye seslendim diğerlerine, "bugünlük bu kadar yeter. Yarın devam ederiz." Kapıya doğru hızlı hızlı gidiyordum çünkü o Karadağlı edepsizini kaybedemezdim. Ne halt yiyeceği belli olmayan, sabah kahvaltısı niyetine bira içen o geri zekalıyı sağ salim eve götürmem gerekiyordu.

"Nereye hızlandık böyle Balım?" diye sordu Mücahit, hemen arkamdan gelirken. Elinden çantamı aldım. "Siz takılın. Bana bakmayın. Hatta bir süre bana nereye gittiğimi bile sormayın çünkü ben de bilmiyorum." Çıkışa koşarak gidip güvenliğe edepsiz Adanalıyı sordum. Gösterdiği yöne doğru da hızlı hızlı gidiyordum ve bizimkiler arkamdan geliyorlardı.

Okulun üst tarafına doğru koşar adımlarla giderken bir yandan etrafıma bakınıp Demir Han'ı arıyordum. Nereye gidip ne yapacağı belli değildi ve hava kararmıştı. Sokak lambaları evlerin önüne gölge yapıyordu.

"Balım ne olur yavaş ol biraz," dedi Çağatay soluk soluğa. Olamazdım. O geri zekalı bir boklar yiyecekmiş gibi hissediyordum çünkü kendisi tam bir vurdumduymaz hergele gereksiz bir insandı. Oksijen israfı gibiydi yemin ediyorum.

Ara sokakları ararken herkes bir sokağı kolaçan edip diğer tarafa çıkıyordu. Telefonum çalıyordu ama elimi cebime atarken yavaşlayacakmış gibi geliyordu diye bakmıyordum. Başlardım bu serserinin yapacağı işe.

"Ya ama ısrar etme," diye bir kız sesi duydum tenhada. Karanlık sokak, mahalle arasında bir park ve cilveli bir kız sesi.

"Bir kere sadece," dedi o erkek sesi, aradığım o ses, "Bir şey olmaz bak. Çok iyi geliyor."

"Emin misin?" Tereddütle gelen soruya karşılık seslerin geldiği yöne hızlandım. Parkta görünmeyecek kadar gizliydiler. Konuşmasalar sesleri gelmezdi.

"Çok ciddiyim Efsun..." Ama ciddilik bir yana dursun, ağzı yüzü yamulmuş da öyle konuşuyormuş gibi geliyordu sesi.

"Demir Han," dedim yüksek sesle, "Allah kahretsin seni ne yapıyorsun?" Duvar dibine, ağaç altına çökmüşlerdi. Karanlıktaydılar ama elindekinin sigara değil de başka bir şey olduğunu anlayabiliyordum. Ve bunu daha on beş, on altı yaşındaki kıza vermeye çalışıyordu.

Adam OlWhere stories live. Discover now