Bölüm 42: Rahatsız Olduysan...

373 94 843
                                    

Yazarın anlatımıyla...

Güven duygusu denilen o his, insanoğlu daha dünyaya gelmeden benliğimize yerleşen bir gerçekti. Mesela, annemize güvenirdik. Çünkü bizi aylarca karnında taşır, biz beslenelim diye sağlıklı beslenir, bizim dünyaya gelmemizi sağlardı. Doğduktan sonra bizi sütüyle beslerdi. Babamız yiyecek getirir, annemiz yer ve biz beslenirdik. Bu süreç boyunca bizler kokuyla tanırdık çevremizdekileri. Annemizin tenine dokunurduk, kokusunu içimize çekerdik.

Balım, güveni sarsılacak kadar büyük olaylar yaşamadı diye Demir Han da öyle olacak diyemezdik. Demir Han, çok büyük güven problemleri yaşamış bir delikanlıydı. Babasından yana acısı çoktu. Çünkü bir türlü abisinin ölümünü onu tatmin edecek kadar araştırmamıştı. Hatta annesini bile suçlardı. Yetmezmiş gibi ölüp giden abisini bile bu konuda suçladığı olmuştu. Demir Han abisini çok severdi ve fakat, karakter olarak çok ters iki kardeşti. Kıvanç işaret parmağıysa, Demir Han serçe parmak gibiydi.

Sen yoksun diye karanlık,
Gidişin diyorum,
Işıkları söndüren bataklık,
Varsın olmasın hayatım,
Elimden kaysın gençliğim
Ben seninle büyüdüm,
Elimi tutan adam...
Var mı bana vereceğin,
İçindeki sırlar,
Anlat büyüğüm,
Belki öfkem yanar...

İnsanlara güvenmek onun için tamamen aptallıktı. Hele ki, bir kız abisinin hayatına mal olacak kadar büyük bir günah işlediyse eğer, güven onun için olmayan bir duyguydu.

Düşünüyordu. Yatağına uzanmış, bugün Pirinçhan'da olup biteni bir bir süzgeçten geçiriyordu. Melike daha gitmeden başlamıştı Balım'ın tuhaf davranışları aslında. Yarışmadan pes edecek bir insan değildi, pes etmek istemişti. O gün bile Demir Han çok şaşırmıştı ama strestendir demişti. Her şey üst üste geldi, yoruldu diye düşünürken artık bu yorgunluğun vadesi dolmuştu.

Başka bir şey vardı. Balım'ın kimseye anlatmadığı başka bir şeyi vardı. Ne olduğunu anlayamamış, defalarca kez güzellikle sormuştu ama Balım her seferinde ağlayarak susmuştu. Yalnızlığının en büyük ilacı içindeki karanlıktı Balım'ın.

"Siktiğimin duygusu," diye söylendi kendi kendine. Sigara paketini alıp küçük odaya yöneldi. Gözleri çiçeklerde, cam açık, berjerde oturup sigara içiyordu.

"Sanmıyorum," dedi çiçeklere bakarak, "Yapmamıştır. Allah belamı versin ki yapmamıştır. Ama ne oldu işte? O göt oğlu göt neden onun arkasından gitti lavaboya? Neden hemen kalkıp gittiler? Balım neden konuşmuyor benimle? Neden inkar etmedi? Neden hayır demedi bana? Neden ağladı sadece?" Ne kadar kızmış olursa olsun asla gözünü üzerinden ayırmamıştı.

Kantinde çay almak isteyeceğini bildiği için her gün çayı alan ya Furkan'dı, ya Mücahit. Çağatay tost alır gelirdi. Öğlen yemeğinde illa birisi söylerdi yemeğini. İlaçlarını içip içmediğini Petek teyzesinden öğrenirdi. Ama ikisinin de uyumadığına Küçük Karadağlı olduğu kadar emindi.

Balım inkar etseydi, yapmış olduğuna inansa dahi Balım'a inanacak, hatta affedecekti ama Balım inkar etmemişti. Duvarın dibine çöküp durmadan ağlamıştı. Demir Han sabırla hayır demesini, aldatmadım demesini beklemişti ama dememişti. En sonunda Rana gelip Balım'ı kaldırmış, Demir Han ortalıktan kaybolmuştu. Balım, Çağatay'la eve döndüğü zaman Demir Han sıpasını kaybetmiş eşek gibi sokaklarda yürümüş, gece saatlerinde eve gelmişti. Uyku bu gece ona haramdı zaten. Gözünü kırpsa gözü çıkacak gibi hissediyordu. Gözü değil, çıkacak olan yaşlarıydı.

Telefonu eline alıp çevrimiçi yazısı görmek istese de görememişti. Görseydi arayıp çağıracaktı. Gerekirse inkar etsin diye yalvaracaktı. Rahat değildi, hissediyordu. Balım da şu anda uyumuyordu ama iletişime de geçmiyordu. Kabul mü etmişti yani? Bu muydu? O zaman telefonu kapatırdı o da, Balım yazmadıktan sonra anlamı yoktu. Ulaşmak isteyen, merak eden evine gelirdi.

Adam OlWhere stories live. Discover now