Bölüm 28: Kupa

441 107 294
                                    

Heyecanlı uyandığım sabahların sayısını ezbere bilmiyordum ve fakat hepsi az önce kahvaltımı yaptığım an gibi aklımdaydı. Gün geliyordu, öyle bir gün geliyordu ki, yaşama sebebinizi o an anlıyordunuz. Neden bilmiyorum. Ama bugün sanki benim yaşama sebebimi anlayacağım an gibi geliyordu. Öyle bir gün gelmişti ki, ilk kez sanki bugün gururla yürüyecekmiş hissi doluyordu içime. Aslında Anadolu kazanırken, Bursa'nın en iyi Anadolu liselerinden birini kazandığım zaman da böyle gururlanmıştım. Meslek lisesine, okuluma ilk kez giriş yaptığım zaman da böyle gururlanmıştım. Ama hayır, böyle değildim. İçimde garip ötesi bir his vardı.

Gözlerimi kapatıp açarken elim kapının koluna gitti. Saniyeler önce Çağatay kapıya iki kez tıklatmıştı ve üçüncüye ramak kala ben kapıyı açmıştım. İlk kez belki de onu kapıda bekletmemiş, hazır ve nazır bir şekilde kapıya dayanmıştım.

"Günaydın kaptan-ı Balım Sultan hazretleri, sabahı şerifiniz hayır olsun," derken bir eli kulağında tuttuğu telefondaydı.

"Ay Balım kaptan be," diye çığırdı Rana telefonun diğer ucundan.

"Hayırlı sabahlar yeniçeri ağası Çağatay, sana da cariye Rana," deyip gülerek ayakkabılarımı giydim. Annemlerle vedalaşma faslını geçmiştim çünkü bugün hepsisi zaten orada olacaktı. Yarışma alanında. Aylarımızı, belki de yıllarımı bunun için harcadığım turnuva salonunda.

"Sen konuş," dedim Çağatay'a, "Ben Demir Han'ı uyandırıp geliyorum."

O konuşmaya devam ederken ve sabah sabah, dakikalar sonra bir arada olacakları halde neden telefonla konuştuklarını anlayamadığım o anlarda Demir Han'ın kapısına tıklatmış, "Hadi bakalım," diyordum, "Gününüz ayacak mı Demir Han bey?"

"Aymaz mı?" diyerek fazla bir sevinçle kapıya çıktı. Ayakkabılarını giyerken bile okunu ve yayını bırakmamıştı. Koşarak merdivenleri indik. Asansör bile kullanmadık hatta. Otobüse binerken BuKart'larımızı neden titrek ellerle bastık mesela?

"Ölmez sağ kalırsak," dedi Çağatay ciddi ciddi, "Kesin bir kutlama yapalım." Gülümsedim.

"Benim evde olur ama akşama Adana'ya gitmem lazım, iki güne dönerim, döndüğüm an yapıyoruz bu işi."

Bir işi yapmaya başlamadan önce kendine güvenmek, o işi başarmış gibi bir şeydi. Mesela, bir sınava girmeden hemen önce az çalıştığını ve yapamayacağını düşünerek girersen, evrene gönderdiğin bu mesaj seni olumsuzluğa iter. Ama az çalıştığın halde, ben yaparım diyerek yaklaşırsan olaya, çok daha başarılı olursun. Bunu, kendine bir hayat mottosu olarak kullan sevgili sistom ve brom. Başarmak için önce inanmak gereklidir.

"Kesinlikle ama önce şu iş bir bitirelim bakalım." Gözüm otobüsün camından karşılara doğru giderken aklıma Nesil geldi. Akşam iyi değildi ama sabah ateşi yoktu. Mışıl mışıl uyurken yatağında bırakmış, hazırlanmıştım. Keza, akşam onun yatağında uyuyakalmıştım mesela. Saçma gelmişti açıkcası. Of ben ne saçmalıyordum bugün, gerçekten kendimi bile anlamıyordum.

Otobüsten indiğimizde bizi bekleyen diğer arkadaşlarımızla beraber coşkulu ve ultra heyecanlı bir şekilde okula çıktık. Spor salonuna gitmeyi düşünmemiş ve muhtemelen onların da heyecanı dorukta olan sevgili okulum öğrencileriyle beraber buz gibi havada dışarıda durduk. Herkes selam veriyordu, gelen geçen bir şey söylüyordu ama cevap vermeye yetişemediğim oluyordu. Vakit yaklaşınca kaptan olarak diğer arkadaşlarımı yanıma toplamam gerektiğini düşündüm. Çağatay ve Rana ilerideydi, seslendim. Furkan ve Fatma bir hocamızla görüşüyorlardı. Yasin ve Melike arasında eskisi gibi soğuk rüzgarlar esmediği için ikisi ciddi bir konuşma içindeydi. Tek fark, Yasin Melike'nin ağzının içine bakıyordu çıkacak kelime için. Sen de adam olmuştun be Yasin. Hepsi yanıma doğru gelirken kürsü olarak kullanılan alanda Mücahit ve Seda halay çeker gibi hareketler gösteriyorlardı. Yanlarında da bizim kızlardan vardı. Bir tek Demir Han'ı görememiştim. Etrafa bakınırken bir çocuk bana baş selamı verince yanına doğru ilerledim.

Adam OlWhere stories live. Discover now