Bölüm 21: Her şey geçer, izi kalır...

558 143 168
                                    

Selam gençlik nasılsınız. Ben .ok hastayım. Kulağım Vertigo yüzünden tıkalı, migren yüzünden başım ağrıyor, anksiyete zorluyor, nezle oldum. Dökülüyorum.

Yeni bir kurgu yayı lafım bakmak isteyenler buyursun. Aslanın oyunu diye. İyi okumalar.

Balım'ın anlatımıyla...

Çok güvendiğimiz insanlar yakmaz mı zaten canımızı?

Kainatta herkes birbirinin kuyusunu kazmaz mı?

En sevdiğimizden aldığımız darbe koymaz mı?

Ve insan, en çok kimi seviyorsa, en çok ona kızmaz mı?

Alıp hayat mottosu yapmak için harika öğütler değil mi? Acı çekiyoruz diye acıkeş olmak zorunda değiliz sistomsular. Aslında her acı, ruha alınan bir öğüt değil mi? Ders çıkartmak lazım gerek bence, yoksa arkamıza dönüp baktığımız zaman bomboş bir hiçlik yaşarız. Bunu yaşamamak için öncelikle en çok kırıldığınız, en çok darıldığınız, en çok sinirlenip ağladığınız olaylardan çıkartığınız dersleri kullanmak gerekmez mi? Bence çok gerekli. Çünkü bunlar olmasa ot da yaşıyor mesela, değil mi?

Demir Han arabadan def olup, evine gitmeden önce bize uğrayıp, babama araba anahtarını aldığımı söyledikten sonra ağlamıştım, hatırlarsanız. Bir yanım git diyordu, bir yanım kal, Ebru Yaşar gibi, Bilal Sonses yazmış gibi, ama kal diyen yanım ağır basıyordu.

Öyle bir insan ikinci kez hayatımda yoktu, çünkü o insan bunu hak ediyordu. Onu anlamıyorum mu sanıyorsunuz? Çok da iyi anlıyordum. Ama anlamıyordum. Mesela neden kendini heba etmek için uğraşıyordu? Anladınız mı beni? Ben bunu kabullenmiyordum, kabullenmeyecektim. Adam olup da, adam gibi davranmadığı sürece benim gözümde bir ottu mesela, ya da bir duvardı, ya da yoktu. Bu kadardı. Ben kimsenin gel dediğinde gideceğini, git dediğinde geleceği insan değildim. Sen de değilsin. Önce herkes haddini bilecekti. Belki haddimi aştığım konular vardı ve fakat Tahir amca onu buraya getirirken zaten adam olsun, insana dönsün diye getirmişti. Ve onun bir amacı vardı, abisinin ölümünü araştırmak istiyordu.

Bir taşla iki kuş olabilirdi. Güzel de olurdu. Adanaşkıma siktir olup giderken insan gibi adam olur da giderdi. Fena da olmazdı. Anladığım kadarıyla da görmezlikten gelinmekten hoşlanmıyordu. Hep ilgi istiyordu. İlgi onun üzerinde olsun istiyordu ama yemezlerdi. Bugüne bugün, karşısında Balım vardı. Giderli ressamlık kızı olduğu okulun okçuluk kulübü başkanıydı.

"İyi izliyovsunuz, değil mi?" diye sordum tribünde oturup ok düello izleyen çocuklara.

"İzliyoruz Balım kaptan," diye seslendiler. Aferin.

Bir haftadır aralıksız bir şekilde, ellerimiz acıyana kadar ok atıyorduk. Duraksızdık. Bitmiyordu. Atıyorduk, atıyorduk, yılmıyorduk. Çünkü pazartesi günü yarışma vardı. Sınavları atlattıktan sonra yapılacağı duyurulan yarışmada Bursa'dan toplamda yedi tane lise turnuvaya girecekti. Hepsinde beşer okçu vardı. Karmalar yapılıyor, eşleştirmeler hocalar tarafından hazırlanıyordu. Biz elimize gelen oku elimizdeki yayla elimizden geldiği kadar iyi noktalara isabet ettirmeye çalışıyorduk. Yapmalıydık da. Kaybetmediğim o madalyayı, bu bal gibi okula getirmemiz gerekiyordu.

"Sıçayım ben şu çocuğun ağzına bir de," dedi Çağatay, "aklı başına gelir sonra." Yasin'den bahsediyordu. Yasin o gün bugündür ne okula gelmişti, ne başka yere. Melike üzüntüsünü üzerinden atmıştı, siniri yerinde duruyordu.

"Niye sıçıyorsun?" dedi duvar, "zaten onun yüzünden zılgıtı ben yedim." Zılgıt kadar kepçe vursun sana da duvarın yıkılsın.

"Tepemi attırıyor benim."

Adam OlWhere stories live. Discover now