Bölüm 25: At Morfini

407 103 247
                                    

Çocukken yaşadığım her şey şimdiki zamana göre daha fazla aklımda kalıyordu. Hep aklımda şöyle bir düşünce olurdu; acaba insan büyüdükçe geri zekalı mı olmaya başlıyor? Ama hayır, bu yüzden değildi. İnsanın kişiliği çocukken yaşadığı iyi ve kötü olaylara bağlı olduğu için daha fazla akılda kalıyordu. Mesela her tuvalete gidişimi hatırlamıyorum ve fakat Çağatay bromun beni tuvaletin önünde her bekleyişini hatırlıyorum. Bu yüzden benim ona, onun bana karşı bağlılığımız ta ufacıklıktan geliyordu.

Hepsimiz için böyle değil mi? Mesela sen brom, sen küçüklüğünden neler hatırlıyorsun, o zamandan bu zamana evet bu olay yüzünden diyor musun bazı durumlara? Ben diyorum mesela.

Mesela Demir Han, ne çok mesela dedim. Demir Han, küçüklüğünden bu yana o Sefer denilen adamla bir aradaymış, çünkü babaları zaten çocukluk arkadaşıymış, doğal olarak Sefer beyi evel ezeldir tanıyordu. Çocukların da hisleri kuvvetli olurmuş. Demir Han bence çocukluğundan beri bu adamdan haz etmiyordu. Oğlu Semih denilen erkek müsvettesinden de, gerçi hiç görmemiştim, nasıl birisi bilmiyordum ama hislerim benim o ikisinden de hoşlanmadığımı söylüyordu.

Derken sabah erkenden kalkmış, kahvaltımı babamın diretmesiyle çok güzel yapmıştım. Annem Demir Han oğlunu bir kaç kez aramış olmasına rağmen cevap vermemiş, bu yüzden aç gidecekmiş diye çok üzgünmüş, bari bir dilim ballı ekmek alaymışım elime, otobüse binene kadar atarmış ağzına, falan filan.

Bir dilim ekmeği elime alıp önce Çağatay bromun kapısına tıklattım, ardından Demir Han'ın kapısına. Çağatay anında, daha saniyesine çıkmıştı ama Demir Han dürüm adam çıkmamıştı. En son, Sefer bey hazretlerini uyandıracağımı bile bile zile aralıksız basmaya başladım. Uyansındı zaten. Onu rahatsız etmek güzel olabilirdi. Dana gibi yatmasındı. Biz bu saatte okula gidiyoruzdu.

"Otobüs gidecek," dedi Çağatay, "Hadi metroyla gideriz, olmadı taksi çağırırız ama hadi be oğlum." Elimdeki sıcak ballı ekmek bile buz gibi olmuştu.

En son aklıma bir şey gelmişti, "Belki bizde anahtarı vardır bu çocuğun," derken daha koşarak eve çıktım. Anneme anahtar sordum, o ara da Çağatay, "Tamam Balım," dedi, "Kaldırma Petek teyzemi, açtı kapıyı." Annemi öperken koşarak alt kata indim. Hızlıca asansöre binmemizle beraber ben elimdeki ekmeği Demir Han'a vermekle meşgul oldum, Çağatay durağa koştu. Her sabah bizimle beraber binen abla durdurdu otobüsü. Demir Han iki yudumda bir dilim ekmeği yutmuştu. Müsait bir anda bu durumu konuşacaktım onunla. Ballı ekmeği değil tabii, geç kalma sebebini.

Hiç mi uyumamıştı?
O adam sabaha kadar uyutmamış mıydı?
Bu adamın derdi neydi?
Hadi onun derdi vardı ama Demir Han niye sorumsuzluk yapıyordu?

"Demir Han," dedim otobüsten indikten sonra, "Sen az bekle, Çağatay Rana'yla çıksın okula. Gençler biraz yalnız kalsın." Çağatay gözlerini kısıp beni sorgularken Rana sesini çıkarmayarak akıllılık etmişti. Çünkü herkes Demir Han beyin suratında bir halt olduğunu görüyordu.

"Okçubaba'ya gidiyoruz," dedim. Kolundan hafifçe itip önüne geçtim. Hızlı hızlı adımlarla Okçubaba'ya girip görünmeyecek bir yere geçtim. Okulun yeni reisine gider yaptığımı aman kimse görmesin.

"Ne bu hal?" dedim şak diye.

"Bilmiyorum," dediğinde bile ağzı yüzü yamuluyordu.

"Demir Han içtin mi sen dün akşam?" diye bağırdım, "Şu suratını aynada gördün mü? Sanki benimle yatmışsın gece. Gözlerin şiş, kıpkırmızı, ağzını toparlayamıyorsun, nefesin düzensiz..."

Ellerini başına götürüp sıkarken, "Bilmiyorum," dedi sakince, "İyi değilim Balım."

"Belli," dedim de gerçekten iyi değildi, görmüyor gibiydi.

Adam OlWhere stories live. Discover now