Bölüm 34: Hayvanat Bahçesi

438 107 199
                                    

Bir kuyunun dibinde ne olursa olsun atlamaya razı olan insanın ya mantığı tükenmiştir, ya da başında çok büyük bir belası vardı. Yoksa kimse, bilmediği bir çukurun dibine ölmeyi göze ala ala atlamaz. Yılan mı var, katran mı var, kaynayan bir petrol mü var? Bilmediğimiz hiçbir yere adım atmayı istemeyiz ama kader bu ya işte, bazen öyle bir içine çeker ki o kuyu insanı, sen istesen de, istemesen de onun dibine yavaş yavaş süzülürsün.

Önce kuyunun yanındaki soğuk taşlara dokunur ellerin. Ardından kalçanı o taşlara koyarsın. Bacaklarını aşağıya sarkıttığın zaman nabzın bütün derilerini soyup kenara atacak kadar hızlı atar, kalbin artık sende olmadığını zaten anlarsın. Çünkü bir süre sonra uyuşur, göğsündeki o körüğü algılayamaz hale gelirsin.

Ellerinden destek alarak kalçanı buz gibi taştan kaldırıp bacakların ve bütün bedenin sadece zayıf kollarının desteğiyle havada kalır. Ama sen ölmeyi bayılmak sanmadığın gibi, dibini boylamak üzere o kuyuya kendini yavaşça bırakırsın. Belki içinden dualar edersin, belki aklından onlarca tez ve teori geçirirsin ve fakat kimse gerçeği ve sonucu değiştiremez. Dualar kaderimizi etkiler ama senin enerjin ne yönde akarsa, o yöne çekilirsin.

Dibini bilmediğim bir kuyuya öylesine çekilmiştim ki, bu saatten sonra anca beni dualar kurtarırdı. Başka türlü iflah olmaz bir arsız olurdum.

"Demir Han'dan haber var mı?" diye sordum okulun revirindeyken Çağatay'a, "Arasana bir?"

"Balım," dedi sakince, "baba, sekiz kere aradım ama cevap vermedi. Karakolda, sen de biliyorsun. Şu an cevap veremez."

"Telefonumu ver," dedim Rana'ya. Kolum acıdan öyle bir uyumuştu ki, sadece baktığım zaman titremesine şahit olmuştu gözlerim. Ben ela gözlü değildim annem gibi, halam gibi kahve gözlüydüm. Siyaha daha yakındı, gözüm daha karaydı.

"Sistom cevap veremez."

"Bir kere bari arayayım," dedim sakince, "Hiç aramamışsın beni demesin. Elbette ki, cevap vermesini ummuyorum. Cevap versin diye aramayacağım."

Telefonumu alıp Demir Han'ı aradım ama cevap vermesi mümkün olmayan bir yerde olduğu için açamadı. Muhtemelen tepesinde sinir bozucu bir beyaz ışığın altında polis bey amcalara cevaplar vermeye çalışıyordu. Hayal etmeye başladım.

Kaşlarını eminim haddinden fazla çatmış, Hakan'a olan öfkesini kusar gibi cevap veriyordur. Rahatlıkta üstüne tanımadığım kişiliğiyle öfkesi bir araya geldiğinde meydana gelen canavar kılıklı panda. Valla panda. Gözleri siyah ama etrafı beyaz, geri kalan yerleri yine siyah. Hem şirin de. Yakıştı bence.

"Kızım beni duydun mu?" dedi revirdeki doktor amcam.

"Hı?" dedim mal mal hayalimden çıkarak. Ah panda. Pandacık.

"Kolundaki kesik büyük de değil, derin de değil Balım. Ama bir süre okunu yayını dinlendirmen gerekecek. Hem ailene de belli etmek istemiyorsun bu durumu. Hoş, şu sıfatlarınızı gören herkes savaştan çıkmış olduğunuzu anlar ama neyse. Bir de krem veriyorum, hepiniz morluklarınız için kullanın. Sargıyı günlük açıp pansuman yap kızım, ara sıra da gel bakayım. Dikiş yok ama kolunu hareket ettirmemeye çalış."

"Tamam amca," dedim şak diye. Saçları beyazlamıştı, sakalları da beyazdı ama sabah traş olduğu belliydi. Adam tip tip yüzüme bakınca, "özür dilerim," dedim, "Kafama çok darbe yedim galiba." Saçlarımın arasını kurcaladı. Baktı ki çok önemli bir şey yok, derin ve sıkıntılı bir nefes verip gözlerini kapatıp açtı. Gömleğimi giyerken Rana yardım etti. Onun da gözünün hemen yanında kan izi vardı, yanağı kırmızı ve hatta beş parmak dağları kolaçan ediyordu yanağında.

Adam OlWhere stories live. Discover now