Bölüm 35: İzlerim...

481 110 339
                                    

Konuşmak istemiyordu. Konuşmak istemiyordu. Konuşmak istemiyorum, şimdi değil. Konuşmak istemiyordu.

Saatlerdir kafamın içinde dönen şey şu cümleydi işte. Konuşmak istemediğini öyle bir söylemişti ki, eve gelene kadar da asla konuşmamıştı. Otobüste Furkan, ben ve Çağatay sürekli bakışıp Demir Han'a yönelmiştik ama Demir Han sürekli aynı noktaya bakmıştı. Yol boyunca yüzlerce ev görmüştük ve Demir Han gözünü evlerin noktalarına saliselik bakarak gelmişti.

Karakoldan çıkarken diğerleri merakla ne olduğunu sormuş, Demir Han, konuşmak istemediğini söylemişti. Konuşmamıştı. İçeride ne olduğundan bihaberdik ve bu canımı çok sıkıyordu.

Yolda annem mesaj atmış, eve çok geç kalmamam gerektiğini, dolapta yemek olduğunu ve köyden birisinin cenazesi olduğu için babamla beraber oraya gitmek üzere yola çıktıklarını, Nesil de onların peşine takıldığını söylemişti. Adana kebap havası yaşamam, kollarımı enseme atıp ayaklarımı üst üste koyarak tam bir künefe edası taşımam gerekliyken saçma bir şekilde salona oturmuş, giriş kapısını gören sandalyeden kapıya bakıyordum. Annemlerin halimi görmemiş olmalarından dolayı, Nesil'in köydeki en yakın arkadaşının dedesine ettiğim dualarla adamı cennete gönderdiğime sevinmiştim, kısa bir süre.

Kısa bir süreliğine sevinip sofra hazırlamış, Demir Han yemeğe gelsin diye beklemiştim. Üzerinden neredeyse üç saat geçmiş olmasına rağmen sofra öylece kalmış, tek lokma ağzıma atmamıştım.

Cennet olup gel işte bok suratlı panda.

Sinirle yerimden kalkarken karnımın acısının torunlarına dahi küfür ettim. Elimi enseme atıp yatmak istediğim zaman kolumda kol gezen sargının ebesiyle amcasını akraba yaptım. Ve bir sinirle daha ayaklanıp üst kata çıktım. Odamda duran çantamdan doktor amcanın verdiği kremi alır almaz atabildiğim en hızlı adımlarla Demir Han'ın kapısına dayandım. Dan dan dan vurdum kapıya.

"Geldim," dedi aheste bok. Kapıyı açtığı zaman onu sağlam kolumla itekleyip içeriye daldım. Şaşkın zeytine benzeyen gözlerinin üzerinde itinayla olmasa bile gayet zarif görünen kaşları çatılmıştı. Bu gidişle o iki kaşının ortasında ince bir çizgi çıkacak, erkenden yaşlanmış gibi görünecekti.

"Balım?" dedi sinirimi gözlerimden okuyarak.

"Kapat kapıyı!" Resmen burnumdan soluyordum. Karakolda ona dediğim boğa şu an benim içime kaçmış gibiydi. Yavaşça kapıyı kapatıp yanıma bir adım atarken elini de bana doğru uzatmıştı. Artık belimi mi tutacaktı, sarılacak mıydı bilmiyordum ve fakat geri adım attım.

"Konuşmak istemiyorsun?" dedim gözlerimi kısıp sessiz bir tınıda, "Öyle mi, konuşmak istemiyorsun?"

Başını ağır ağır aşağıya sallarken gözlerinde belirsizlik vardı. Neye bu kadar sinirlendiğimi bilmiyordu, kaldı ki benim de sinirim ona değildi. Neden sinirli olduğumu dahi bilmiyordum. Çok karmaşık duygular içindeydim.

Kendimi ineklerin bokunu taşıyan el arabasına düşmüş gibi hissediyordum. İğrençti.

"Ne bu hal?" dedi elini sallayarak. Duygusuz piç.

"Konuşmak istemiyorsun?" dediğimde meydan okuyan bir halim vardı, "Ama ben konuşmak istiyorum!" diye bağırdım.

"Sessiz ol, bütün apartman seni duyacak."

"Duysunlar!" diye bağırdım, "Duyun lan beni. Demir Han benimle konuşmak istemiyormuş!"

Apartmanın temeli titriyordu sanki, sesimden değildi. Temel titriyordu çünkü, hayır temel titremiyordu. Titreyen benim damarımdan süzülen kırmızı sıvı dahil bütün uzuvlarımdı. Kabus gibi bir şeyden kalkmışcasına ter basmıştı üzerimi. Demir Han ise karşımda morarmış çıplak göğsüyle duruyordu.

Adam OlWhere stories live. Discover now