Bölüm 41: İyi ki, Keşke...

419 95 720
                                    

Ağladım geceleri sen yoktun.
Sen benim ateşimde kordun.
Adını duysam, gözlerim doldu.
Yokluğun cehenneme bile koydu...

Hatıralar bekler kapımızda,
Çıkıp gelsen ya yanımıza,
Uzun zamandır gözüm yolda,
Ellerim kaldı toprağında...

Sınavın bu dediler, inanmadım,
Yok artık dediler, ağlayamadım,
Yanım boş kaldığında anladım,
Odan boş kalacak can damarım...

-------

Elimde bir defter, sanki kalbimmiş gibi avuçlarımda atıyordu. Atan kalp vardı evet ama bazı yasaklar, yasaklıydı. Anlayamadığım, çözemediğim, kafamda dönüp duran o onca düşüncenin içinde boğulurken ruhsuz bir şekilde bakışlarımı yerden kaldırdım. Pencerenin açık kalan yerinden çok hafif bir yel eserken sokak lambası ve caddenin ışıltısı az az odaya doluyordu. İçeriden gelen suyun sesi kesilince kendimi toparlayıp ayaklandım, mutfağa ilerledim.

Bir sonraki sınavların yaklaşmasıyla, annemin kesin bir talimatı vardı. Babam, bayılmış olduğum günün üzerine, üzerime fazlaca düşerken annem, Demir Han'la sık sık görüşmeler yapıyordu. İki kere psikiyatrise gitmiş, ilaç kullanmaya başlamıştım. Doktor, Melike sistomun gidişi üzerine her şeyin üstüme yığıldığını defalarca kez söylerken Demir Han hariç herkes inanıyordu.

Annemler babaannemlere gitmiş olduğundan dolayı ve annem bunu Demir Han'a mesaj atarak söylediği için el mahkum buraya gelmiştim. Babaannem ısrarla gelmemi söylemiş olmasına rağmen canım kimseyle görüşmek istemiyordu. Halbuki canım kadın patatesli börek ve sarma yapmıştı benim için ama annem ders çalıştığımı iddia ettiği için ısrar etmemiş, babamlarla göndereceğini beyan etmişti.

Annemler gider gitmez Adanalı reis ağa kapıya dayanmıştı. Utanmasa sırtlayıp indirecekti ama ayaklarımın varlığına, birliğine, dirliğine inandığı için indirmemişti. Bizde duramıyorduk, her an birisi gelirse yakalanmamak adına ve fakat aşağıda olursam Çağatay bromun üzerine atabilirdik.

"Pişt, yavru," dediği an salata doğramaya çalışan benciğimin eline bıçak giriverdi. Korkmuştum. Çünkü öyle bir dalgındım ki, işte Demir Han da bu yüzden bana inanmıyordu. İnanır mısınız, Demir Han bana ders çalıştırıyordu.

"Balım," deyip telaşla tezgahın yanına geldiği zaman üzerini giyinmek yerine bana o esmer esmer tenini gösteren adam elimi tutup suyun altına soktu. Keşke sen de belini havluya değil, bir eşofmana falan soksaydın yiğidim. Allak bullak ediyorsun böyle durarak ama bilerek yapıyordu ki. O gün, bugündür bir kere bile öpüşmemiştik, hatta tenezzül dahi etmemişti.

"Acıyor mu çok," diye sordu elimi hala suya tutarken, "hastaneye mi gitsek, dikiş attıralım?" Yüzüme bakmıyordu, dikkatle elimi suyun altından çekip bir eli hala elimi tutarken diğer eliyle havlu kağıta uzanıp kopardı.

"Derin değil ya," dedim normal bir sesle, "acımıyor zaten öyle."

"Bastır peçeteyi böyle," deyip elimi bıraktı, "bıraksana yavrum, ne uğraşıyorsun? Kesmeden yerdik salataları kıtır kıtır. Öyle daha güzel oluyor hem." Gülümsedi. Cennetle cehennemin tam orta yerinde sırat köprüsünde dengede durmaya çalışıyordum. Elimi ayağıma dolaştıran o gülüşü büyüyünce, ben de gülümsedim. Sırf beni güldürmek için saçma sapan şeylerde gülüyordu.

"Şimdi sen yaralandın da," dedi karşıma geçerek, "Ne yapacağız böyle, yaralı yaralı?" Tezgahlar olmasaydı, çiftler yakınlaşamazdı, diye tag atasım gelirken tezgahla arasında kaldım.

"Ne yapacağız?" diye sordum saf saf.

"Hasta yatağı yapayım ben sana, sonra sen orada yat dinlen, elin iyileşene kadar ben sana bakayım falan. Nasıl fikir ama?" Göz kırptı. "Bok gibi zehir akan kafam var amk be." Kafasını havalı havalı yana çevirip tekrar bana baktı.

Adam OlWhere stories live. Discover now