43. BÖLÜM

583 25 3
                                    

   Şeyma’nın attığı konuma geldiğimizde arabadan inmeye ilk tereddüt ettim.
Yol boyunca onu düşünmüştüm. Onunla konuşacağım şeyi. Şimdi o an geldiğinde kalbim heyecandan deli gibi atmaya başlamıştı. Ben oturduğum yere sabitlendiğimden inemiyordum da şimdi. Emre ve Çınar ön koltuktan dönüp bana baktı.

Çınar:
“İnmeyi düşünüyor musun?”

“Çınar. Ya ben korkuyorum.”

Emre:
“Neyden korkuyorsun?”

“Ne bileyim ya terslerse? Ya gelmezse?”

Çınar:
“Hele bir yapsın. Görür  o dünyanın kaç bucak olduğunu.”

Emre:
“Ne diyeceğini falan düşündün inşallah.”

“Bütün yol boyunca hem de.”

  Arabadan indiğimde bir kız bana el salladı. Sanırım bu Şeyma’ydı.

Kız evden koşarak çıkıp yanıma geldi.
“Şükür geldiniz. Alın şu Bora’yı başımdan. Seni bana anlata anlata ben aşık oldum sana ya.”

“Şimdi nerede?”

Şeyma:
“Odasında fotoğraflarınıza bakıyor.”

Çınar:
“Bildiğin depresyonda yani?”

Emre:
“Bu bildiğin salak aşıklara döndü ya.”

  Açık kapıdan içeri girerek yukarı odalara çıktım. Bütün odaların kapısını açıktı. Sadece biri hariç. Sanırım orada Bora vardı. tereddüt içerisinde kapıyı yavaşça açtım. Bora yatağa uzanmış telefona bakıyordu. Bana dönüp bakmadı bile.

Bora:
“Şeyma kaç defa diyeceğim kapıyı çalarak gir diye.”

  Sesimi çıkarmadan odanın içine girip ona doğru küçük adımlarla ilerlemeye başladım.

Bora:
“Şeyma…” diyerek bana döndüğünde kızarmış gözleri donup kaldı. Yanağından bir yaş çoktan yolunu almış yerle kavuşmayı bekliyordu. Hatırlıyordum. Biliyordum. Böyle ağladığın zaman, hem de sakince. Akan o rahatsız edici gözyaşını bile silmeye mecali olmuyordu insanın. Boğazında bir yumru, yutkunsan da gitmiyor. Daha da büyüyor, sanki soluk borunu kaplıyor iyice. İşte o da bunu yaşıyordu. Onu böyle görünce benimde gözlerim doldu. Kıyamadım.
   İnsan sevdiğine nasıl kıyardı ki? Evrenin verdiği tek nimet, tek gerçek, tek güzel şeyken hem de. Birbiri için harap olmuş iki sevdalı genç… nasıl bittiğini anlamayan, nasıl devam ettiğini bilmeyen bu iki genç… Şimdi? Şimdi birbirlerine bakıyordu sadece. Bu biz miydik diyordu gözleri. Gözlerinde bile özlem vardı. Değişmeyen tek şey bakışlarında bile o içindeki kelebeklerin coşup dans etmesiydi. Sadece gözlerini bile özlüyordu bu iki aşık. Sadece isimlerini duymak bile elini ayağına dolaştırıyordu ikisinin de. Suçladıkları şey ise: aşk yüzünden.
   Kelimelerin anlamsız kaldığı bir zamandı. Sanki saniyeler, dakikalar hiç yaşanmamış, hiç yaşanmıyormuş gibi olduğumuz yerden bakıyorduk birbirimize.
   Etraftaki her şey kaybolmuştu gözümde. Gördüğüm tek şey onun gözleriydi. Bizim için bir önemi yoktu zamanın. Böyle olmalıydık, hiçbir şey umurumuzda olmamalıydı. Ben yapamadım. Kendimi düşündüm ve ayrıldım. O yapamadı bensiz, bensizliğe alışmak istemedi koştu peşimden. Onsuz yapamazken ne ara ördüğü bilmediğim duvarları bende kıramıyordum. İkimizde birer suçlu, birer masum, birer çocuktuk. Evet, küçük çocuklar gibiydik. Hani istediği oyuncağı aldırmak için pazarın ortasında yeri göğü bir eden o çocuklar gibiydik. Birbirimizi istiyorduk ve bunun için yeri göğü bir etmiştik.

“Şeyma değil, çikolatalı makarnan.” dedim sadece.

Bora ayaklandı, bana doğru birer adım yaklaştı. Boyu benden biraz uzak olduğu için başımı biraz kaldırdım. Hiçbir şey demiyordu, sanki gerçek olup olmadığıma inanmak istermiş gibi bakıyordu.

YAZLIKWhere stories live. Discover now