Alkol Bulamazlarsa Dondurma Yesinler...

788 24 2
                                    


Bu ani gidiş beni öyle çok şaşırtıyor ki;  Toprak'ın gidişinin neden olduğu bu boşluğukla nasıl başedeceğimi bilemiyorum. Yapayalnız bir insan için gereksiz derecede büyük olan bu ev, bomboş hissettiriyor bana kendimi. Yaşadığım bu üzüntü ve şaşkınlıkla yapabildiğim tek şey, sanki her şeyi ilk defa görüyormuşum gibi etrafı boş boş izliyebilmek oluyor. Bana geçmişi çağrıştıracak nesneler arıyorum belki, belki de bırakılmış başka bir işaret kendimde bilmiyorum ne aradığımı ve işin asıl üzücü yanı; bu lafın tüm hayatım için geçerli olması.
     
       Öylece bakınıyorum etrafa. Her sabah kaçmaya çalıştığım seslerden eser yok evde, hiç olmazsa bir müzik açayım diyorum; madem müzik ruhun gıdası ve madem benim ruhum açlıktan kıvranıyor. Slow bir müzik açıyorum en duygusallarından , oldum olası hareketli müzik sevmem zaten. Ancak; kulağıma gelen hüzünlü ve aşk acısı dolu melodiler daha derin düşüncelere sürüklüyor beni. Gözüm kolumdaki bilekliğe kayıyor  yeniden, eskiden maviyi sevmemin nedenleri vardı. Mavi gökyüzünün, denizin rengi, mavi sonsuz özgürlük demekti, kimseye bağlanmadan yüreğin isteyince gidebilmekti her yere bir zamanlar.

Peki şimdi ne demek mavi benim için? Özgürlükle zaten alakam yok. İstanbul’da yaşamama rağmen denizin yanından geçecek vakit bile bulamıyorum, sahil kenarından geçmiyorum mesela trafik vardır diye, hep yetişecek bir yerlerim var çünkü. Upuzun binaların arasında dolaşırken gökyüzünün rengini fark etmiyorum, fark etsem de bir şeye yaramaz zaten o eski maviliği kalmadı artık.

Değişen dünya mı, benim algım mı bilmiyorum, maviyi ezberden seviyorum, eskiden sevdiğim için, maviyi sevmek bir alışkanlığım olduğu için, herkes maviyi sevdiği için, seviyorum artık maviyi. Her şeyi bir anlamı olduğu için yaptığım zamanlar vardı oysa; bir şeyi alışkanlıktan yapmak, yaptığın işi alışkanlıktan sevmek, sevdiğin şeye saygısızlıktı çünkü; her şeyin bir nedeni anlamı olmalıydı.

        Ne olduysa altı yedi ay önce oldu aslında, en son hatırladığım bir Pazar günü elimde telefon sosyal medyada dolaşıyorum parmaklarında kocaman pırlantalarını, Pazar günü havalı iş yerlerinde yaptıkları mesaileri öve öve bitiremeyen insanlarla dolu her yer. Herkesin hayatı ne güzel, bir benimki iyi değil sanki; Toprak’la olan ilişkimiz başladığında, aşkın a'sından anlamayan, evliliği toplumun bir dayatması diyerek kötüleyen insanlar şimdi parmaklarında karat karat yüzükler le dolaşıp, refah yüzeyi fazlaca yüksek kocalarını anlatmaktan önlerine konulan yemeği bitiremeyip, 34 bedene düştü. (Evet bu konuda ayrı bir gıcık oluyorum onlara, hadi her şeyi geçtim çok sevgili kalorilerimizden ne istediniz Allahsızlar.) Herneyse, insanlar evlenmek için boş gün bulamama derdinden yakınırken; Toprak'la benim aramda evliliğin lafı bile geçmiyor aramızda, pırlanta zaten beklemiyorum ondan böyle şeylerin önemi yok, bileğimde duran bu mavi bileklik yetiyor da artıyor bana. Hadi evliliği de, "hayat görüşümüze ters kardeşim, bizim aşkımız sizin onyanıza mı muhtaç, altınlarını da sizin olsun." diyerek bir başka kenara koyalım ama şu havalı iş yerlerinde Pazar mesaisi yaparken bile eğlenen, mutlu olan şu insanlara özenmediğimi söyleyemem.

      Ben o kadar çok sevemiyorum işimi nedense , üstelik hafta sonu işe bile gitmiyorum, kendime ait vaktimde bol ama yine de eğlenemiyorum işte. Benim niye çok eğlenceli işim yok, bu çok sevilen işleri nereden buluyor bu insanlar? Keramet büyük şirketlerde demek ki. Gaza geliyorum o resimlere bakarken, ardından birkaç kariyer sitesine girip bakmaya başlıyorum, birkaç büyük şirketin ilanların bakıyorum "amann bunlar beni zaten beğenip de işe almaz" desem de, yine de "umut da fakirin ekmeği bir yerde" diyerek başvuru yapıyorum ilanların hepsine  (sonuçta başvur tuşuna bastım da  parmağım mı yoruldu?)

    Ertesi gün, saygıdeğer bir Pazartesi sabahında saat 11.00 doğru hızlıca akarken; kendimi iyi hissetmiyorum bahanesini işyerime ilettikten sonra; evden geç çıkma şansımı sonuna kadar kullanıp, evden bile çıkamamışken telefonum çalmaya başlıyor; ben, "nerede kaldın?" kalayını yemek için telefonumu elime alırken, ekranda yabancı  bir numara karşılıyor beni,  istemeye istemeyene olsa açıyorum telefonu.

’’Merhaba, Hayal Hanım’la mı görüşüyorum?’’

Kesin bankadan falan arıyorlar yanlış numara mı desem acaba işe de geç kaldım zaten.

‘’Buyurun benim.’’

‘’Hayal Hanım ben …… şirketi insan kayanaklarından Nur. Müsaitseniz sizi şirketimize davet etmek istiyorum.’’ diyor. Sesi nasıl neşeli anlatamam, içimden pardon size şirkette ne içiriyorlar hanımefendi, nedir bu mutluluğun hikmeti bana da söyleyin lütfen demek geçse de ağızımdan:’’Tabiki de çok sevinirim.’’ çıkıyor. Ve o gün, o şirketin içine attığım o ilk adım, hayatımı sonsuza kadar değiştirecek ilk adımım olarak tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almış oluyor.

Her şey çok hızlı gelişiyor hayatımdaki bu değişimlere ayak uydurmakta çok zorlanıyorum bırakın Toprak’ı, kendimi bile düşünecek halim kalmıyor tek düşünebildiğim yeni işim, yeni hayatım. Baktığınızda sadece altı ay ama beni o kadar çok  değiştiririyor  ki altmış yıl geçse bu kadar değişemezdim herhalde. Değişim benim için sıkıntı olmuyor. Ben dışarıdan değerlendiremiyor, fark edemiyorum bendeki değişimi ama Toprak çok farkında tüm bu olup, bitenin . Daha işteki ilk haftam bile bitmeden bu şehirden kaçıp gitme isteğini daha da artıyor Toprak’ın. Beni de alıp buradan gitmek istiyor çünkü şu an olduğumuz bu hale geleceğimizi daha o günlerde farkediyor ama eminim o bile bu sürecin bu kadar hızlı ilerleyeceğini tahmin edememiştir. Ve benim aylardır fark edemediğim bu değişimi, fark etmemi sağlayan şey bir zincirin üzerine dizilmiş birkaç mavi boncuk. Dedim ya her şeyin bir anlamı var ama susuyorlar; biz onları fark edip dinleyene kadar bir köşede kendi sıralarını bekliyorlar, biliyorlar bir gün eski benliğimizi hatırlayabilmek için onlara yeniden ihtiyacımız olacağını ,o yüzden; hiç çabalamıyorlar dikkatimizi çekmek için. Ama insanoğlunun her şeyi iş işten geçtikten sonra fark etmek gibi kötü bir huyu var ne yazık ki.

Ayy bu kadar farkındalık çok yordu beni, çok dertlendim sigarada içen bir insan değilimdir ama keşke evde bir dal sigaram, bir kadeh şarabım olsaydı. Hani filmler de ki klasik mutsuz insan sahnesi vardır ya onu yaşamak istiyorum şu anda; canım ıssız kadın olmak çekti. Üzerimde seksi bir elbise gibi duran, severek ayrıldığım adama ait bir tişört, burnumda onun kokusu, dudaklarımın arasında tuttuğum sigaram, elimde kırmızı şarap dolu kadehim, fonda ayrılık temalı bir şarkı camın önünde düşünceli düşünceli manzarayı izliyorum. Hadi her şey tamamda bu manzara olayı nasıl olacak? Filmlerde o camlardan gecenin karanlığında denizin üzerinde dans eden ışıklar görünüyor, ben anca karşı komşumun televizyonundan gelen ışığın dansını izleyebiliyorum. Kaldı ki bu gidişe hazırlıksız yakalandım, bugün gidebileceğini hiç hesaba katmamıştım evde şarap da sigara da yok. İki dakikalık cool bir ayrılık yaşayacağım diye markete koşup sigara şarap arayamam valla bu saatte, kimse kusura bakmasın. Ayrıca bu tişörtte üzerimde öyle seksi falan durmuyor bence. Neyse dolapta dondurma vardı gidip onu yiyeyim bari, belki kalbimi falan dondurur da biraz rahat ederim.

Bir Hayal'in Peşinde (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin