Mutlu Pazartesiler...

730 24 0
                                    


Pazartesi sabahı hayata verdiğim mola çalar saatin kulak tırmalayan  sesiyle son buluyor. Kaç gündür doğru düzgün insan içine çıkmadığımdan yeniden sosyal hayatın bir parçası olmaya hazır olduğumdan emin olamıyorum doğrusu. Salı günü Suzan Hanımla çıktığım yemekten beri ofise gitmedim ve bu yüzden bugün bir çok soruyla karşı karşıya kalacağım Dan adım gibi eminim; Nerdeydim? Napıyordum? Aa ben istifa etmemiş miydim? Bu tatil süresince neden bu sorunların yanıtları üzerinde çalışmamıştı ki  acaba; ne olurdu sanki tembellik etmeyip kendimi hazırlasaydım bu sorulara.

Neyse diyorum kendi kendime son pişmanlığın kimseye bir faydası yok, en azından hemen hazırlanıp çıkayım da kimse gelmeden ofiste olayım, belki kimseye yakalanmadan masama ulaşmayı becerebilirsem devasa bilgisayar ekranımı bir kalkan olarak kullanıp, üzerime çevrilecek oklardan kaçmayı başarabilirim.

Gündelik sabah dırdırlarından kaçmak için uyguladığım sabah duşu ritüelimi, artık evde kaçacak  dır dır falan kalmadığından es geçmeye karar veriyor ve kendimi süslemeye bile ihtiyaç duymadan neredeyse yataktan çıktığım gibi çıkıp gidiyorum  evden.

Ofise vardığımdaysa beklediğimden çok daha farklı bir sahne karşılıyor beni; boş bulma umuduyla erkenden geldiğim ofiste, herkesi masasının başında çalışırken buluyorum ve bırakın soru yağmuruna tutulmayı kimse dönüp yuzume bile bakmıyor. Etrafında olup biteni meraklı gözlerle inceleme işi ise bana düşüyor. Pazartesi sabahı bu ne çalışması böyle? Üstelik henüz mesai bile başlamamışken.
Hem herkes neden bu kadar bakımlı? Bir tek ben, bir kot bir tişört kaldım aralarında; etekler, elbiseler, ceketler, full makyaj kızlar... Ağızım açık kalıyor resmen, ne olmuş herkese ben yokken. İş yeri kuralları falan mı değişti acaba? Hiçbir şey anlayamıyorum olup bitenden.

     Kimse de dönüp bir şey de demiyor bana, varlığımı hissetmiyorlar bile. Ben hala hangi paralel evrenin içinde sıkışıp kaldığını çözmeye çalışırken, herkesin başı  aynı yöne; tam arkamda kalan kapıya dönüyor.

Ben de onların bakışlarını takip edip, başımı kapıya doğru çevirince;bakışlarım, yanında oldukça yakışıklı bir adamla kapıda dikilen Suzan Hanımla buluşuyor .

Ahh doğru ya, bugün yeni müdürümüz gelecekti, ben nasıl unuttum böyle bir şeyi? Herkes o yüzden böyle şık giyinmiş, ilk intiba önemli ne de olsa. Bir de bana bak;  dağınık saçlarım, bir nemlendirici bile sürmeye üşendiğim yüzüm ve sabah önüme çıkan ilk şeyler olan kotum ve  tişörtümle  tanışıcağım bu moda dergileriden fırlamış bu adamla.

Ben ağzım açık bir şekilde kendimi düşürdüğüm bu duruma hayret ederken, o adam önümden geçip kapının karşında kalan masallardan başlayarak herkesle tek tek tanışıyor. 35’li yaşlarında uzun boylu, mavi gözlü, yakışıklı ve değinmeme gerek var mı bilmiyorum ama refah düzeyi oldukça yüksek olduğu yüzünden okunan bu adam, masasına gittiği her kadının, gözlerinin içini güldürüyor  resmen.

En sonunda sıra bana gelince, ilk intiba için hiçte uygun olmayan görünüşümle ve yüzüme yerleştirdiği kocaman bir gülüşle selamlıyor ve  vücudumun belkide nemlendirilmis tek parçası olan ellimi sıkması için ona doğru uzatıyorum. El sıkışındaki özgüven bile yeterli oluyor ne kadar güçlü bir adamla karşı karşıya olduğumu anlamam için . Her hareketinden buraların yeni patronun kim olduğunu anlamak mümkün.

‘’Hoş geldiniz. Hayırlı olsun.’’ Diyorum gülümseyerek.

‘’Çok teşekkür ederim, Hayal Hanım. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.’’diyor.

İsmim biçimli dudaklarının arasından dökülünce sasirmadan edemiyorum. Koskoca ofiste benim dışımda kimseye adıyla hitap etmeyipte benim adımı bilmesi (yalana ne hacet) gururumu okşuyor.

‘’Ben de çok memnun oldum, Demir Bey.’’

Elim hala avucunun içindeyken, bileğimde sallanan bilekliğe takılıyor gözü; ‘’Ne kadar şık bir bileklik.’’ diyor ama sesinde alaycı bir ton seziyorum, etrafında dolanan onlarca kadının pahalı mücevherlerinden sonra benim kolumdaki değersiz taşlarla bezeli bu bileklik Demir Bey’in yüksek zevkine hitap edemiyor anlaşılan.

Sanki benimle dalga geçtiğini düşünmüyormuşum gibi bu yalandan iltifatı kibar bir teşekkürle kabul ediyorum. Ancak sesim iyi bir oyuncu olmadığımı kanıtlamak istercesine tüm gerginliğimi ele veriyor. Aniden gerilen bu ortamdan hoşlanmayan Suzan Hanım, duruma el koyup, giriyor lafa:

‘’Ee Hayalcim dinlenebildin mi? Diye soruyor. Ancak ben, bana sorulan bu soruyu yanıtlayan firsat bulamadan Suzan Hanım, Demir Bey’e dönüp, Hayal işe gireli daha altı ay oldu ama çok çalışkan ödül olarak izin verdim geçen hafta ona diye açıklıyor durumu Demir Bey’e. Bana yöneltilen soru arada kayboluyor.

‘’O kadar çok övdünüz ki Hayal Hanım’ı onunla çalışmak için sabırsızlanıyorum doğrusu. ’’

‘’Eminim zamanla siz de bana hak vereceksiniz. ’’

Suzan Hanım’ın bu sözleri karşısında teşekkür etme girişimi bu defa Demir Bey tarafından engelleniyor.

‘’Zaman göstericek onu. ’’diyor bir yandan bana göz kırarken.

İtiraf edeyim bu sözlerine iddialı bir karşılık vermeyi çok istiyorum ancak psikolojik durumumun buna müsaade etmeyeceğine emin olduğumdan susmayı tercih ediyorum.

Onlar bir sonraki masaya geçerken, ben fark ediyorum ki sabah çekemediğim bütün ilgiyi, bu kısacık sohbetin ardından üzerimde toplamışım.  Şimdi herkesin merak ettiği tek bir konu var  bu adam Hayal’in adını nerden biliyor?

Bir Hayal'in Peşinde (Tamamlandı) Donde viven las historias. Descúbrelo ahora