Görmek

3.5K 232 13
                                    

"Marshall!!"diye büyük bir çığlık attığında Lily'yi ne kadar özlediğimi fark etmiştim.  Onun bu heyecanlı ve delidolu ruh halini ve en çok da bana değer  verişini özlemiştim. Beni gördüğünde sarılmadı çünkü dinini değiştirmişti ve dininin gerektirdiklerinde erkeklerle temas halinde bulunmuyordu. Gözlerim kardeşimden yakın William'ı ararken Lily açıklamada bulundu. " Namaz kılıyor şimdi."dedi ve beni William'ın namaz kıldığı odaya götürdü.  Namazını bitirdikten sonra uzun uzun hasret giderdim arkadaşlarımla. Nişanlandıkları için  mutluydum. William da Lily de bu sevgiyi hak ediyorlardı.

" Yüzün solmuş gibi."dedi William bana bakarak " Yolculuktandır."demekle yetindim sadece. Şu an aklımda tek bir düşünce vardı. "Yarın Beyza'yı da ziyaret etmeyi düşünüyorum."dedim William ve Lily'ye dönerek. " Ah evet bir de o mesele var."dedi Lily suratını asarak. Telaşlanmıştım. Ne oldu? Neden Lily olan şeyi hemen söylemiyor? Ve neden bu kalbimin telaşı?

" Olaylar çok uzun. Şimdi bunları konuşmayalım. Beyza şu an babaannesine gitti."dedi Lily. Çok sorgulamadım ve Beyza mevzusu şimdilik kapandı. Valizlerimi odaya yerleştirmeye gittiğimde bir kez daha burayı evim olarak benimsediğimi fark ettim. İnsanın bir yere ait olması , derdi sıkıntısı olduğunda sığınacağı bir evi , en azından bir odası,arkadaşları ve onu seven insanların olması gerçekten huzur vericiydi. Yatağıma uzandım ve usulca uykuya daldım.

Uyandığımda saat kaçtı bilmiyorum ama müslümanlar için ibadet vakti olduğunu okunan bu sesten anlamak mümkündü. Uykum kaçmıştı birdenbire. Yatakta doğruldum ve odanun balkonuna çıktım. Hava serindi , baya serindi. Ancak bu serinlik içime huzur veriyor ve bunaltmıyordu. Balkonda kendime bir sandalye çektim ve bu sesi dinlerken etrafı inceledim. Bu balkonda her şey ayaklarımın altındaydı. Derin bir nefes aldım. Sanki daha sonradan hiç nefes alamayacakmış da havayı depolamaya çalışıyormuşum gibi derin derin içime çektim bu temiz havayı. "La İlahe İllallah" deyip biten sesten sonra ışık yandı bazı binalarda.  Tek tük ışıklar bir süre sonra çoğalmadı. Daha çok ışık yanmasını beklerdim. Bir süre daha oturdum balkonda ve düşündüm. Bir dinin mensubuysan eğer , o dinin gerektirdiklerini yapman gerekmiyor muydu ? Okula gidersin, bir işte çalışırsın, sinemaya gidersin ve oradaki kurallara uyarsın. Madem böyle neden insanlar bu dine mensup olmasına rağmen bu saatte bu kadar az ışık vardı. Küçükken bir dine mensup olan insanlardan ve papazlardan nefret ederdim. Çünkü din mensupları inandıkları şeyi yerine getirmez ve papazlarsa kendilerine göre kurguladıkları dini yaşarlardı. Bir süre daha boş boş yanan ışıklara baktım. Bazıları sönmüş bazılarıysa hala açıktı. Işıkları yanan evlerdeki insanları düşündüm. Bu insanlar uykunun belki de en tatlı yerinde uykularını bölüp Tanrı'ya ibadet etmek için kalkıyorlar ve bu soğukta buz gibi suyla temizlenip ibadetlerini yapıyorlardı. İslamı araştırmadan önce bunu biraz da olsa mantık dışı buluyordum ancak biraz araştırmadan sonra ve Oğuzhan ile konuştuktan sonra bu fikrim değişti. " Allah hesabını veremeyeceğimiz, istemesi aklımıza gelmeyen şeyleri bizlere armağan ediyor ve bunun karşılığında bizden sadece bir saatimizi istiyor ve o bir saatte onunla konuşmamızı istiyor. Bizi huzuruna,dergahına artık ne dersen, oraya kabul ediyor. 'Gel kulum, gel ve benimle konuş' deyip bizi huzuruna davet ediyor. Neden bu daveti kabul etmeyelim? Onun bu davete ihtiyacı da yok , asıl bizim bu davete ihtiyacımız var ancak neden çoğumuz bu davete sırt çeviriyor ?" Oğuzhan bunları dediğinde gerçekten mantıklı gelmişti. Bir insanın yanında en yakın dostları ya da arkadaşları olsa bile ait olduğu yer yine anne ve babasıdır. Onlarla konuşmaya , bizi doğuran, bizi var eden insanlarla konuşmaya ya da iletişim kurmaya ihtiyacımız vardır. İnsanın geldiği yeri bilmeye ve aidiyetlik hissine ihtiyacı vardır. Anne ve babamıza bile bu kadar ihtiyaç duyuyorsak, hem onları hem de bizi yaratan Tanrı'ya nasıl ihtiyaç duymamazlık yapabilirdik ki ? Biz Ona ve oraya aittik. Başka bir yere değil. "Şimdiki müslümanlar ait oldukları yere sırt çeviriyorlar."demişti Oğuzhan bir keresinde. Bu sözünde o kadar haklıydı ki. Şu ana kadar tanıdığım insanlar, müslümanlar arasında bana örnek olan iki kişi vardı. Birisi Oğuzhan birisi de Beyza'ydı. Ne zaman aklıma Beyza gelse mutlu oluyordum. Bu mümkün müydü ? Bir insan diğerini düşününce nasıl mutlu olabilirdi ki ? İçi nasıl kıpır kıpır olabilirdi ve kalbi sanki kilometrelerce koşmuş gibi atabilirdi ? Yanında başkasını görünce nasıl sinir krizlerine girebilirdi? Bu hislerime anlam veremiyor, vermek de istemiyordum. Beyza'ya bir şekilde bağlanmak istemiyordum. Kimseye hiçbir şeye bağlanmak istemiyordum. Çünkü üzülen taraf yine ben oluyordum. O yüzden Beyza'yı düşünürken kalbimin üstüne taş koyabilmeyi ve atmasını durdurmayı öğrenmeliydim. Beyza'ya hissettiğim duyguların bir adı yoktu. Hoşlanma da değildi bu. Çok farklı bir şeydi. Hoşlanma olup olmadığı konusunda epey kafa yormuştum. Ancak bu bir hoşlantı değildi. 10.sınıftayken okulumuzda konuşmasına hayran olduğum ve hoşlandığım bir kız vardı. Konuşması, sesi, görüntüsü olgun ve güzeldi. Ancak bana gelip beni sevdiğini söylediğinde onunla herhangi bir ilişki yaşamamış ve reddetmiştim. Çünkü bana saçma geliyordu tüm bu sevgili durumları. Eğer birini gerçekten seviyorsan bu kalıcı olmalıydı. Belki bu dünyada belki de toprağın altında. Bu sevgi daimi olmalı ve asla bitmemeliydi. Ve bana göre öyle bir sevgi yoktu. Ama Beyza'nın gözlerine baktığımda bütün bu düşünceler çürüyordu , kokuşuyordu aklımda. Çok bakmıyordu gözlerime , başı genelde benim yanımdayken eğikti ve gerekmedikçe bakmıyordu gözlerime. Ama baktığı zaman bendeki etkisini bilmiyordu.

Ben bunları düşünedurayım hava çoktan aydınlanmaya başlamıştı. İçeri girdim ve balkon kapısını kapatıp yeniden yatağıma uzandım.

Tekrardan uyandığımda saat 10 a geliyordu. Yavaşça yataktan doğruldum ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağı kahvaltıya indim.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra gezmek amacıyla küçük bir kafeye gittik ve kahvelerimizi beklerken Lily , bana Beyza'nın başına gelenleri anlatmıştı. Levent şerefsizine hiçbir zaman güvenmemiştim. Beyza'yı üzeceğini ve bir pislik yapacağını bekliyordum. Ama bu kadarı fazlaydı. Eğer orada olsaydım ağzını burnunu kırardım eminim. Ama hangi sıfatla yapacaktım ki bunu ? Canım sıkılmıştı. Eğer Beyza buradan uzaklaşma ihtiyacu duyduysa gerçekten morali bozuk olmalıydı. Beyza'yi nadiren mutsuz görebilirdiniz. O her zaman gülen ve dudaklarından tebessüm eksik olmayan , narin ve nazik birisiydi. Genelde espriler yapar ve insanları güldürmeye çalışır , birisinin morali bozuk olunca onu mutlu etmek için çaba sarf ederdi. Ah bir görseniz , "Böyle bir insan gerçekten var mı ? Bu kadar da olamaz "dersiniz.  Beyza'yı tanıdıkça anlayamadığım bir şey varsa o da insanların nasıl bu kadar Beyza'nın kalbini çabuk kırabildiğiydi. Dışarıdan neşeli, mantıklı ve aldırmaz gibi dururken içinde çok farklı bir kişilik vardı. Bunu otobüste bana anlattıkları sayesinde rahatça keşfedebilmiştim. İçinde düşünceli ve duygusal bir kişilik vardı ve kırılmaya her an hazır bir vazo gibiydi ürkek kalbi.

Ara sıra konuşmamız bittiğinde uzaklara dalar ve huzurluca bakardı çevresine. Bu dünyada yaratılanların ne kadar güzel olduğından bahsederdi. Ben de huzurla dolardım o gülümsemesine. Gözlerini kaçırmasa benden saatlerce bakıp bakıp dalmak isterdim o iri gözlerinin derinliğine. Omu üzen ne varsa çekip almak isterdim o derinliklerde. Gözler insanım aynasıdır derler. Ne kadar neşeli olsa da görüyordum bazem gözlerinin içindeki o hüznü, kederi bazen. O hüzünlendi mi onu üzen ne varsa parçalayıp atmak, bu dünyadan silmek istiyordum onu üzen şeyi. Bazense bu duygular çok ağır geliyordu bu güçsüz bedenime. Beden ile alakası da yoktu kim olsa kaldıramazdı bu duygu yoğunluğunu.

Sakince kahvemi yudumlarken konuşmaya başladım. " Beyza'yı ziyarete gidiyoruz..."

Yeni bir bölümle yine karşınızdayım benim biricik okuyucularım. Anlatmak istediğim, buraya yazmak istediğim ve Marshall gibi düşündüğüm o kadar çok konu var ki. İçimde düşündüklerimin binde birini yazabildim ancak.  Bunu da yazmasam çatlardım biliyorum. Sizinle fazlaca ilgilenemiyorum lütfen beni affedin. Ama istediğiniz vakit mesaj atabilirsiniz elimden geldiğince cevaplamaya çalışacağım. Sizlerle konuşmayı ve fikirlerinizi almayı çok seviyorum. O yüzden hep iletişim halinde bulunalım.

Bir husus daha var ki onu da şmyle izah edeyim. Biliyorsunuz ki Allah’ı çok zikredip anmak gerekiyor. Peygamber Efendimiz (sav) e bol bol selam getirmek gerekiyor. Ama bunu tek yaptığım zaman bazı günler unutabiliyorum. O yüzden şöyle bir uygulama yapmayı düşünüyorum sizin de rızanız olursa. Her hafta bir zikir belirleyelim ve her gün için belli bir sayıda salavat sayımız olsun. Böylece hep iletişim içinde olur ve güzel şeyler yaparız. Bu konu hakkında ve bölüm hakkındaki yorumlarınızı mesajlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Allah ile, sevgi ile kalın.

Hayat Şimdi BaşlıyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin