40. Bölüm: Karanlığın Karanlığı

2.8K 168 58
                                    



40.Bölüm: Karanlığın Karanlığı

*Artık, geceye güneş doğmayacak..."

RK-

Ne demeli vicdan kaybeden yolsuzlara, ne yapmalı, ne etmeli ki hidayet tarikini buldurmalı?

Ellerini kalplerine koydurmalı, kör gözleri açtırmalı, dilsiz sesleri işitmeli...

İnsan bir kere doğru yoldan uzaklaştı mı, geri dönüşü hiç de kolay olmuyor. Gözlerinin gördüğünü doğru kabul ediyor, zıtlaşıyor; bazen de yanlış olduğunu bile bile başka bir çaresi yokmuş gibi o yolda ilerliyor. Oysaki her zaman, elbet bir çaresi vardır.

Yeşil, önündeki dosyalardan kafasını kaldırdığında ağrıyan boynunu ovaladı. Igor Türkiye'ye döndüğü günden beri uyumuyor, yaptığı telefon görüşmesinden beri aklına gelmeyen kalmıyordu. Elini uzatacak bir yer arıyordu, bir çıkış, bir kurtuluş... tüm çabası boşa gitmiş gibi hissediyordu, tüm çabası boşa giderse devam edemezdi.

Dosyayı avuçladığında eğilmek yerine kendisine doğru kaldırdı. Gözleri altını kırmızıyla çizdiği cümleleri tekrar ederken yorgunluk içerisinde kırpıldı. Uyumak istiyordu lakin bir şeyler uyumasına izin vermiyordu. Anlar ve anılar gözlerini kapattığında bir karabasan gibi üzerine çöküyor, ölümün pençesine sürüklüyordu.

En çok korktuğu şey, yürüdüğü bu yolun sonunun uçuruma çıkmasıydı.

Buna izin vermeyeceğine ise yeminli.

Kapı çalındığında "Yeşil Hanım," diyerek girdi içeri asistan. Saat henüz tan vaktine tekabül ederken, Güneş bile doğmak için birkaç dakika isterken. "Gülbeyaz Çiğdem'in çıkış dosyası geldi, şu an mı bakacaksınız erteleyeyim mi?"

Yeşil düşünmeden koltuğundan kalktı, kaç saattir hareketsiz oturmanın bedelini belinden çekerken git gide yaşlandığını seziyordu. "Geliyorum," dedi, asistan odadan çıkarken. Odasının köşesinde duran lavaboya gitti, yüzüne bir-iki avuç su çarparken bitap gözlerine çok kısa bir an baktı. O kısa bir an bile kötü hissetmesine çokça yetmişti.

Kendi odasından çıktığında asansöre bindi, 8. kata bastı ve indiğinde 810 numaralı odaya doğru telaşsız adımlar attı. Kapıyı çaldı, açtığında ona ürkekçe bakan genç kıza güvenilir bir tebessüm gönderdi. "Günaydın," dedi, günün ona aymadığını bilirken. "İyi uyudun mu?" Biliyordu, değil uyumak o baş yastığa dahi değmemişti. "Nasılsın?" Biliyordu, iyi olmak gibi bir ihtimal dahi yoktu. Yeşil, onların nasıl hissettiğinin iliklerine kadar farkındaydı; tam karşısında duran gökyüzü mavisi gözlerin korkuyla nasıl cebelleştiğini, bazı şeylerin geçmesi için zamanın fayda sağlamadığını, acıların baki kaldığını ve o acıların ruha nasıl işkence çektirdiğini... Yeşil burukça gülümserken kapıyı kapattı ve yatağa doğru temkinli adımlar attı, attı ki Gülbeyaz küçük bedenini daha fazla küçülttü.

"İstemiyorum," dedi ince ses, avcısının karşısında korunmaya çalışan bir av gibi.

"Neyi?" diye sorduğunda Yeşil, Gülbeyaz'ın bedeni bir kuş gibi titredi.

"Görmek istemiyorum," dedi Gülbeyaz, kafasını salladı. "Görmek istemiyorum, konuşmak istemiyorum, dönmek istemiyorum, gitmek istemiyorum! İstemiyorum, beni bırakmayın!"

HARABEWhere stories live. Discover now