52.Bölüm: Okyanusun Ateşi

2.4K 184 157
                                    



52.Bölüm: Okyanusun Ateşi

*Büyük okyanus ufacık kibritin ateşini söndüremezken, ben içimdeki koca yangını bir damla gözyaşımla nasıl söndürecektim...*

Dışarıda yağan yağmur ağlamamak için direnen ruhumun yanaklarına damladı. Ruhum bunu fark ettiği an dudaklarına direnemeyip hıçkırıklarını dökerken ne denli yorulduğunu varlığının en ilk noktasında hissetti. Direnemedi, çöktü ve ağladı. Bir yağmurla temizlenemeyeceğini anlarken bin parçaya bölünüp varlığına özlem duydu. Özlemi arttı, özlemi en uç noktalara ulaşırken kollarını açıp da asıl özlem sebebini saramadı, saramayacaktı; ne onu ne de yaralarını.

Evet küçük kız, dünyadaki en aptal insan sen değilmişsin. Evet.

Karanlık odamda, cam kenarındaydım. Perdeyi açmaktan ölesiye korkarken aşağıda, zorlukla seçebildiğim silüet Ateş'ten başkasına ait olamazdı. Oradaydı, çimenlerin üstüne oturmuştu, sırılsıklamdı ve yetmezmiş gibi ıslanmaya devam ediyordu. Çenesi kalkıktı, muhtemelen ışığı açmamı ve odadaki varlığımı görmeyi bekliyordu ancak olmadı. Suratına kapanan bir kapıyla çekip gitmeyeceğini bildiğimden, gözlerinin beni aradığını hissettiğimden odaya çıktığım an cam kenarına koşmuş, yanılmamış ve onu bulmuştum. O ise beni bir türlü bulamamıştı.

Camın köşesine oturdum, alnım cama yaslanırken avuçlarım birbirine ihtiyaçla dolandı. Üşüyordum, çok ıslanmıştım, çok üşüyordum. Kirpiklerim usulca örtülürken yanağıma yağmurdan gayrı bir damla aktı, dudaklarıma değdi, çenemden kayarken boynumda eridi. İzini silmek istercesine teninin değdiği her bir noktama çarparken hareketlenen elimdeki titreyişi fark etmemek elde değildi. Parmaklarım ince bir ağrıyla sarmalanan kalbim eşliğinde dudaklarımın üzerine dokunduğunda dünya bile titredi. Dudakları dudaklarımda kurumuştu, bu izi silmeye ne bir okyanusun ne de bir yangının gücü yeterdi.

Ateş beni öpmüştü ve ben canım çıkıyormuş gibi hissederken bundan memnun olmuştum. Ateş beni öpmüştü ve ben O tarafından itilirken, düşmemek için onun omuzlarına tutunmuştum. Ateş beni öpmüştü ve ben artık dünyanın dönüşündeki anlamı bambaşka görüyordum. Ateş beni öpmüştü ve bu öldürmekten başka bir şey değildi çünkü ben kalbim böylesi acırken, yanaklarımda sayısız yaş varken gözlerim kapalı bir ânı düşlememiş, düşlerken kendimi gülümserken bulmamıştım. Delilikti, çılgınlıktı.

Yatağın üzerinde telefonu sürünerek aldığımda tekrar camın önüne oturdum. Bu kez onu ararken tereddüte düşmemiştim. Tepkilerini görmek istemedim, görürsem dayanamam düşüncesi ağır basınca sırtımı cama döndüm, başımı yasladım ve nefesimi üfürürken gözlerimi açmadım. "Neden gitmiyorsun?"

"Nereye gideyim?"

"Ateş... yeterince ıslandın, hasta olursun. Boşuna bekleme, beklenecek bir şey yok... git."

"Lütfen," dedi, mecrûh sesi yağmurun ardından fırtınalar koparırken topraklar kurudu. "Bana git deme. Sen git deyince kalmak zorlaşıyor."

"Ateş..." Kıyamazdım ki, tek bir bakışını görmek için iki gözümü feda edebileceğim birine kıyamazdım ki. "Sadece üşütüp hasta olacağını söylüyorum. Bugün yağmur bir farklı yağıyor İstanbul'a, vardır bir anlamı! Sen kalma bu yağmurun altında, hava da yeterince soğuk zaten. Şimdi telefonu kapatacağım, git, iyi geceler."

Telefonu kapattım, yatağıma geçerken uyumak zorlaştı ancak tek bir an kalkmadım. Bir oraya döndüm, bir buraya döndüm lakin bir kez daha o camın önüne gitmedim. Gözlerimi kapattım, bir saniye uyuyamadım. Gitmemişti... geceyi canhıraş duygularımla gün ederken kendimi en sonunda sırtımı yatak başlığına yaslamış, dizlerimi karnıma çekmiş, kollarımı dizlerime dolamış ve başımı dizlerime yaslamış bir hâlde boş duvarı izlerken buldum. O duvarla konuştum, o duvar beni dinledi, ben daha çok konuştum. Alarmım çalarken acı acı güldüm.

HARABEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin