46. Bölüm: Yan Yana Değil, Yana Yanaydık

2.3K 209 90
                                    



46. Bölüm: Yan Yana Değil, Yana Yanaydık

*Prens gitti, Prenses öldü.*

Zil çaldığı an terk etmiştim o sınıfı, ardımda kalan hiç kimseyi beklemeden, arkamdan seslenmelerini umursamadan çıktım. Çıkmalıydım, çıkmak zorundaydım. Koşar adımlarla ilerledim okulun kalabalık koridorunda, yetişmem gereken bir yer varmışçasına nereye gideceğimi bile bilmeden savruluyorcasına ilerledim. Birkaç kişiye çarptığım için özür geveledim, bakışlarımı yere indirdim, adımlarımı takip etmeye çalıştım. Göğsümdeki daralma her saniye nüksederken düşüncelerimi durdurmak olağan şey değildi. Aklım benimle savaşıyordu, zihnim benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Deliyordum, zır deliydim.

Bileklerime yabancı bir ten dolandığında yönüm değişti, kaçtığım yere döndürüldüm. O adımladı, ben ardından sürükledim. Yaşadığım birkaç saliselik şaşkınlık beni suskunluğa iterken çatılan kaşlarımla fütursuzca kavranan bileğime baktım. "Ne yapıyorsun sen?!" dediğimde bileğimi hızlıca çekmeye çalıştım. Daha sıkı tutmaya çalıştığında yüksek çıkan sesime aldırış bile etmedim. "Berke!"

"İyi değilsin."

"İyiyim demedim zaten! Bırak şimdi bileğimi!"

"Bırakmayacağım!" dediğinde tekrar yürümeye yeltendi.

Öyle bir sesle "Berke!" dedim ki, ürperdim. "Kendine gel. Kalbini kırmak istemiyorum!"

"Kır!" dedi, yüzü yüzüme döndüğünde kafasını ne yaptığının farkında olmayarak iki yana salladı. "Rahatlayacaksan kır Sena! Birine patlamak sana iyi hissettirecekse bana patla, yemin ederim razıyım. Bakma bana şöyle Sena, lütfen."

Her merhem her yaraya fayda etmezdi. "Kolumu bırak!" Bazı yaraları yara bandı örtbas edemez, kapatamazdı.

Lakin bazen insan her derde deva olabileceğini düşünebilirdi. "Bırakmayacağım!" Lakin her insan her derde deva da olamazdı.

"Berke, kötü bir niyetinin olmadığını biliyorum ama sen beni iyi edemezsin."

"İzin versen," dedi, bu cümlenin bir devamı vardı ama biri devamını ne duymayı ne de duymamı istiyor gibi değildi. Ateş'in eli Berke'nin elini kavradığı gibi bileğimden ayırırken kendi tutuşunu eksik etmedi. Tenim nefes aldığını hissederken gözlerim aynı hisle kapandı, kirpiklerim birbirinden hiç mi hiç ayrılmayı istemiyordu.

"Tam olarak nasıl bir izin bekliyorsun, kardeşim benim, sen bana onu anlat!"

"Sana hiçbir şey anlatmak zorunda değil." Cümlemin sahibinin yüzüne dahi bakmadım. Berke'ye nazaran daha yumuşakça tuttuğu bileğimi ellerinden kurtarmak kolay oldu, ondan kendi irademle birkaç adım uzaklaşmak ise beni günlerce ağlatabilirdi. "İkinizde gidin." Parmaklarım stresle saçlarımın arasına geçtiğinde gitmesi gereken kişinin ben olduğumu düşündüm. Dudaklarımda tembel bir kıvrılış oluştu, insan ölene kadar kalmak istediği yere de sırtını dönebiliyordu. Ama bazen, işte bazen yüzünüz ona dönükken sırtınıza hançeri geçiren kişi kendi yarattığı izi görmek istemiyorcasına dönmenize izin vermiyordu. Ateş bu kez bileğim yerine direkt elimi kavradığında beni yanında tuttu, çok geç kalmıştı. Parmakları parmaklarımın arasına yerleştiğinde ona bakmadım, bakışlarını da üzerimde hissetmedim. "Ateş," dedim, dudaklarımdan ise içeride yanan ateşin dumanları taştı.

"Şu an sus Sena," dedi, sesinin tınısında yokluk vardı. "Neyi bekliyorsun lan sen?!" İkinci cümledeki öfke yoktu, tehdit yoktu, otorite yoktu..." Neyin iznini bekliyorsun?!"

HARABEWhere stories live. Discover now