48. Bölüm: Kalp Yaram

2.2K 188 53
                                    




48. Bölüm: Kalp Yaram

*En çok da sen yoksun...*

Karanlık sokaklarda bir ruh gibi kaybolup giderken dışarıdan nasıl göründüğümü gerçekten merak ediyordum. Bir çift göz bedenimi süzerken aklına ilk ne geliyor, benim hakkımda ne düşünüyordu... ya da, düşünüyor muydu? Öylesine bakıp, öylesine çekip gidecek olan o kadar fazla insan vardı ki, bir başkasının acısını umursamayıp burun dahi kıvırabilecek o kadar fazla insan vardı ki! Onları suçlamaya bile hakkım yoktu. Herkesin derdi kendine, cümlesi insanlarımızın kanına kadar işlemişti. Herkesin derdinin kendine olduğunu ezberden, çok iyi biliyorduk. Kimse acaba yapabileceğim bir şey var mı, diyerek tek saniye  duraksamıyor; aman ucu bana bulaşmasın da! düşüncesiyle battıkça batıyordu.

Kafam o kadar doluydu ki hangisini düşüneceğimi dahi şaşmıştım. Babam bana yalan söylemişti ve bu bir değildi. Yıllardır annemin bir trafik kazasında, kendi ihmalleri neticesinde öldüğünü sanardım. Bana öyle anlatılmıştı, ben öyle inanmıştım ancak hayır, annemle katillerimiz aynı kişiydi. Pekâlâ, annemde katilinin katiliydi.

Benim güneşim yıllar önce söndürülmüş ki zaten, Zerrin bana daha fazla ne yapmak istiyordu? İntikam mı, alması gerekenden almamış mı? Zerrin, katilini katletmemiş mi?

Ellerim hırkamın ceplerine sığarken gözlerim birbirine temas eden parmak uçlarımdaydı. Babamın ikinci yalanı tam karşımdaki binada, o hastanenin içinde duruyordu ve ben, düşünmek için uzattığım yolu hiçbir sonuca varamadan bitirmiş oluyordum. Babamın o çocuğu benden saklamasını gerekli kılan neydi, bir türlü anlayamıyordum. En başından beri bir başkasının çocuğu olduğu bilse amenna ama babam kendi çocuğunu neden saklama gereksinimi duymuştu?

Merdivenleri tek bir basamak atlamadan çıktım, hastane kokusu burnuma dolduğu an ciğerlerim gerilirken danışmana "Merhaba," diyerek yaklaştım. "Ben bir hastaya bakacaktım ama."

"İsim soyisim alabilir miyim lütfen?"

Kardeşimin ismini bilmiyorum hanımefendi, soyismi ise belli ki bir muamma.

"Bektaş," dedim belli belirsiz, bu olmasını umarken. "Soyismi, Bektaş."

Kadının dudakları tek çizgi hâlini alırken gözlerini önündeki ekrana indirdi. Klavyeden tuş sesleri gelirken  "Evet, Bektaş soyadıyla bir kişi getirilmiş. On yaşında bir erkek çocuğu, Balkı Bektaş," dedi tane tane. "Hemen ileride, 17 nolu oda."

Teşekkürler gevelendi dilimde, sürükleniyor gibi adımladım. O dar koridor beni duvarlarıyla sıkıştırırken önünde durduğum kapıdan kurtuluş bekledim. Kapı kolunu kavrarken de, o kapıyı açarken de ne yapmam, nasıl bir tepki vermem gerektiğini hiç mi hiç bilemedim.

Kaldım önce, bana döndü, bana baktı. Durdu. Bakışlarını çevirmedi, baktı öyle. Şaşırdı sonra. Doğruldu yaslandığı yerden. Dudakları açıldığında ben, benimle tıpatıp aynı olan yeşil gözlerinde takılı kaldım. Gülümsedi çocuk. O çocuk hep gülümsesin istedim, öyle temiz bir tebessümdü ki yanaklarında yer bulan, hiç kirlenmesin istedim. Kapıyı kapattım. Gülüşü büyüdü. Ona doğru gittim, gülüşü büyüdü. Bütün bedenim baştan aşağıya titrerken hızlanan soluklarım bir türlü düzene girmedi, ne yazık ki ben de soluklarımı düşünecek bir an bulamadım. "Abla!" dedi bana, bana hep abla diyor gibi. "Sonunda geldin!" Yıllar yılı beni bekliyor gibi. "Sonunda!" Olabildiğince büyük adımlar attım ona doğru. Hızla gittim yanına, yatağın köşesine oturduğumda onu kendime çektim, sarıldım, sanki hep sarılıyormuş gibi. Ellerinin belime dokunuşunu hissettiğimde "Abla," diye fısıldadı kulağıma. "Neden bu kadar geç geldin?"

HARABEWhere stories live. Discover now